2013 yılında yazılmıştır.
Erzurum eskilerinin tabiriyle nice fazlı kemal erbabı yetiştirmiş bir şehirdir. Alimlerinin bilgilerinin çokluğu kimliğine yansımış, Türkiye’de ve dünyada bu özellik ile anılmıştır. Bu alimler ilim bakımından yeterli kişilerdi. Kendilerine getirilen problemleri çözerek kapasiteye sahiplerdi. Diğer taraftan yine Erzurum da sohbetleriyle varlıklarıyla gönüllere huzur veren değeri herkes tarafından bilinen sevilen sayılan şöhret sahibi büyük zatlar da mevcuttu Efe Hazretleri’nin değişiyle
Müşkil halleyleyen uleması var.
Safa bahşeyleyen fuzalası var
Şöhret şair yine küberası var.
Mevlaya emanet olsun Erzuruml
Yazımızın başlığı ile dikkatimizi çektiğine şüphe etmediğim Necati bey kimdi. Şu an yaşayan Erzurumlulardan kaçımız bu ismi duyduk. Erzurum için yaşayan maddi manevi bir şeyler yapmak için fedakarlıklarda bulunan nice ismi unutulmuş dadaşlardan birini tanımaya ne dersiniz?
Çok zeki çalışkan, atik ve enerjik bilhassa gençliğinde cıva gibi hareketli, ateşli bir sporcu,meşhur bir cirdiçi olması sebebiyle kendisine bu unvan verilmiş. Asıl İsmi Mehmed Necati(Gültekin) bey.
1880 yılında Erzurum’un Kân Köyünde doğmuştur.. Erzurum tarihine hizmet eden, fikir ve kültür adamlarından. “İlim Ocağı” sâhibi Kânlı Mehmed Necati Çelebi; (Pire mehmed’in künyesi nüfus kütüğünde ve aile kayıtlarında K’ANLI HACI BEKİR OĞLU MEHMED NECATİ BEY olarak yazılı)
Meşhur Erzurum araştırmacısı Cemalettin Server Revnakoğlu onun için şunları söyler: “Erzurum’a geldiğim tarihten beri kendisini tanırım. Araştırma, yazıp, çizme, ikimizde de ezeli bir iptila olduğu için çabuk ve kolay anlaşmıştık. İyi görüşüyorduk.
Erzurum hakkında çok şey bilirdi. Kitaptan baş kaldırmamış, yıllar boyu okumuş, yazmış, araştırmış, incelemiş, biriktirmiş, sıraya koymuş ve çok işe yarayacak hayli notlar ve vesikalar edinmişti. Bu notlar ve bir takım haşiyeler, zamanla hızını kaybederek bir köşeye birikmiş ve toz toprak altında kalmış olmasına rağmen yine de kıymetlerini kaybetmemişlerdi.
Bence en büyük meziyeti şu idi:
Soruları mutlaka cevaplandırır, ne biliyorsa söyler, nesi varsa ortaya döker, hele memleketi için hiçbir şeyi esirgemez, olanca cömertliği ile önümüze sererdi. Onu resmi ve askeri vazifelerinden ayırıp kitapçı, kütüphaneci ve bilhassa kitabiyatçı yapan da hep bu Erzurum aşkı, bu tarih düşkünlüğü idi. Erzurum’da İLİM OCAĞI bu aşk ile açılmış, KÂN köyündeki 18 bin kitaplık kütüphane yine bu gaye ile kurulmuştur. Bu 18.000 ciltlik kütüphaneyi 1956 yılında Zeki Velidi Togan tarafından ziyaret edilmiş. Ama bugün nerede kimde olduğu belli değil.
İnsan kadri bilmeyenler, insanı çekmeyenler bir acayip ruh hastalığı için değer ve değer ölçülerimize daima gözlerini kapayanlar için bir mana ifade etmeyen bu Erzurumlu yaşadığı müddetçe Erzurum her davasına karışmıştı. Küçücük boyundan ve cirminden umulmayacak büyük işlerin başına geçmiş hayli fedakârlıklara katlanmış. Çektiği işkenceler arasında idama götürülme tehlikesine bile uğraşmıştı. Fakat o, davasından gayesinden şaşmamış gittiği yoldan dönmemiştir.
Cemalettin Server Revnakoğlu’ onun için şöyle der: “Onun kadar Erzurum’a emek vermiş onun kadar yazıp çizmiş insani az gösterebilirim. Talebeliğinden gençliğinden askerliğinden beri Erzurum sevgisiyle yaşadı. Bunu için okudu. Bunu için bilgi topladı. Bir satırlık bile olsa ufacık bir vesikaya küçük bir hatıraya bunu için önem verdi. Onları çeyiz sandıklarından saklar gibi sakladı. Bir yaprağını yitirmedi. Gönlünü ve ömrünü yalnız bu işlere vermişti. Yazıp çizmesi, derleyip toparlaması sadece Erzurum sevgisinden ileri geliyordu. Yalnız bu dilberin sevdalısı idi.
Erzurum’un iç tarihinden, sosyal hadiselerinden başka idari hayatı ile de uğraşırdı. Kumandanları, valileri, belediye reisleri, defterdarları, mektupçuları, hakkında bir hayli not ve bilgi toplamıştı.
Yerli esnaf teşekküllerinden ılıcalara, çermiklere, masal ve menkıbelere kadar yazmakla bitmeyen çok zengin bir bilgi malzemesine sahipti. Lakin ne yazık ki; evet ne yazık ki Erzurum ile ilgili her konuda , her çağda işe yarayacak olan bu çeşitli ve geniş malumatı, bir kitap haline getiremedi.
Yine ne yazı ki, arkasında kalan bu perişan notlar ve madde halinde dağınık yazılar okunaklı yazılmadığından bir kısmı da kurşun kalemle acele karalanmış bulunduğundan bunların birçoğu içinden çıkılabilir şeyler değildi.
Beşeri zaaflardan kurtulamayan her fani gibi birazcık kendi beğendiği ve anlattıklarından bir kısmına mübalağa kattığı olurdu. Lakin kabul etmek lazım gelir ki bu şekilde bilgi ve yetkisine inanması güvenmesi büsbütün değersiz değildi. Bunu içindir ki bir çok işlerdi kendisine başta ve önde göstermek istemesini onun şahsına mahsus bir zevki ve adaleti olarak bellemiştik. Hoşumuza giderek dinlemiştik. Bu tarafı yarı ciddi yarı latife olmakla beraber gerçekten pekte uzak olmadığı için söylerken yakıştırmasını da bilirdi. Yakınlarının çok iyi bildiği bu haline bende vesile ile görüp öğrendiğim için tatlı tatlı dinlerdim. Bu hal yıllarca böyle devam etti.
Söylediğimiz gibi bu kıymetli insanın kendi yolunda nedense kıymeti pek bilinmemiştir. Haklı olarak kendisine kıymet verilmesine hürmet göstermesine isterdi. Bunun içindir ki küçük bir tebessüm ve takdir ve iltifatlı bir bakış onu bir çocuk saffetiyle sevindirirdi. İçinin susuzluğunu giderirdi. Lakin bütün cömertliğine bütün fedakârlıklarına rağmen memleketi için yaptıklarını değerlerini görmek kendisine kısmet olmadı. İçinde sakladığı bu yıllanmış arzu ve özleyişi nihayet kendisi ile beraber ahrete götürdü.
Çelebimiz her sene İstanbul’a gelip giderdi. Fakat “binâh” olarak yerleşmesi 1957 den sonradır. 3 000 liraya yakın para harcayarak kütüphanesini buraya getirmiştir. Sadece yerleştirilmesi aylarca süren bu kütüphanede gece yarısına kadar çalışır; geçmişin hatıralarını ve yaşadığı günün olaylarını bir araya getirmeğe uğraşırdı. “Hatıratını bitiremeyeceğine çok üzülürdü. Hiç değilse TARİH ANAHTARI dediği küçük fihristini bastırılıp dağıtıldığını görmek istiyordu. Çalışmalarının sonucunu alamadan, hayata veda etti.
Son yıllarını tamamıyla ilme ibadete ve mütalaaya vermişti. Cami ve kütüphaneden başka bir yere gitmiyor. Her cumayı aynı bir cami de kılıyordu. Allah’ına secde etmenin doyum olmayan safhasından hiç kaçırmadan bulunduğu hafız cemiyetlerinden mevlitlerden ve indirdiği hatm-i şeriflerden sevildiklerine dostlarına bir münasebetle bahsederken masum bir çocuk sevinci yaşardı.
Bir cumartesi günü akşamı yatsı namazını kıldıktan sonra elinden bırakmadığı Kur’an-ı Kerimi kapadıktan sonra yatağına girdi. Sabaha karşı 80 küsur yaşında hayat kitabını kapadı.(14 Ekim 1961)
Erzurum la uzak yakın hiçbir ilgisi olmayan onu ancak haritadan tanıyan ve hatta bu beyaz yaylaların cennet pınarından bir tas su içmemiş bazı kimselerin memleketin tarihini yazmaya kalktığını görünce bu acı gözümün önünde daha çok büyüyor ve üzülmemesi kabil olmuyordu.
Kütüphanesinin satılmayacağına hatırasına hürmetle aynen muhafaza edileceğine dair bize söz vermek kadirbilirliğine gösteren muhterem varislerine memleket irfanı ve bilhassa Erzurum tarihi namına sevinç ve şükranlarını şimdiden bildirir. Merhumun ruhuna Fatihalar ithaf eyleriz.”
Revnakoğlu merhumun Necati bey için yazdıkları bu kadar. Akademisyenlerimiz için bir araştırma konusu bu kişi keşfedilmeyi bekliyor. Teyo pehlivanı araştırma konusu yapan araştırmacılarımız umarız pire Mehmet’i de gündemlerine alır ve kütüphanesinin akıbeti hakkında Erzurum sevdalarını aydınlatırlar.
Muzaffer Taşyürek
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.