Şiddet

TDK’de “Bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik, hız, kaba güç, duygu veya davranışta aşırılık” anlamlarına gelmektedir.

Toplum olarak ise genel kabul şöyle: İnsanın insana uygulamış olduğu başta fiziki olmak üzere duygusal müdahaleler olarak kabul edilmektedir.

Bugün, popüler kültür, medya ve erkin topluma inandırmak istediği şiddet kavramı ise lokalize edilmiş bir cinsiyete, yaşa veya mesleğe indirgenmiş durumdadır. Şiddetin görünen tehlikesi çok açık zaten herkes bunun farkında ve şiddete karşı herkes ortak bir tavır takınmaktadır. Fakat bence görünen tehlikesi kadar görünmeyen bir tehlikesi daha var şiddetin…

Şiddet sadece cinsiyete, yaşa veya mesleğe indirgenirse kesinlikle önünü alamayız ve toplum barışına katkı sağlayamayız. Sonuç olarak da toplum bunalıma girer.

Peki, bu algı neden yanlış? Neden çözüm getirmez? Bu noktayı ıskalamamamız lazım. Şiddet konusunu tüm canlı formu üzerinden değerlendirmek daha doğru olacaktır. Mesela teorik olarak bir hayvanın başka bir hayvanı öldürmesi teknik açıdan şiddet sayılsa da yaradılış formu gereği ve hayvanların irade sahibi olmaması sebebiyle buradaki şiddet konusu insanlığın tartışma alanına girmemektedir. İnsanoğlu için bu algıyı ve değerlendirmeyi yapamayız. İrade konusu ve yaradılış formu şiddeti insan lehine meşru hale getirmez.

İnsanoğlu tüm canlı formuna karşı sorumlu bir varlıktır. Hayvanlar iradesi olmamasına rağmen birbirlerini yok etmemiştir. Fakat insanoğlu bunu yapabilecek bir potansiyeli, iradesi olmasına rağmen göstermektedir. İnsan bu doğal sirkülasyonun dışına çıkarsa ve diğer canlı formuna orantısız bir müdahale ederse dünya birçok problemi beraberinde yaşar. Zaten ekolojik sistemin bozulması, hayvan ırklarının kaybolması, sömürge, soykırım gibi vakalara bakarsak insanoğlunun hiç de masum olmadığını görmekteyiz.

Sağlık çalışanına şiddet diye bugün şiddeti bir mesleğe sıkıştırdık, tabi ki sağlık sektörü gözümüzün nuru durumundadır. İnsana nefes veren, şifa olan çok kutsal bir görev. Fakat şiddeti bir mesleğe sıkıştırırsak bataklığı kurutamayız. Sağlık çalışanı gibi, belediye temizlik işlerinde çalışan insan da göz bebeğimizdir. Düşünsenize onlar olmasa zaten pislikten ölürdük. Veya polisler olmasa ne olurdu? Hadi onlar bir ölçüde kendini koruyabilir. İmam olmasa, mühendis olmasa, hâkim olmasa, öğretmen olmasa vs. Hangisi olmasa çok da fark etmez diyebiliriz. Bunun cevabı eminim herkes için farklı olacaktır. Seçenekler farklı olsa da aynı olan şiddetin yanlış bir eylem olduğudur. Bence şiddeti kategorize etmek ya da mesleklere indirgemek bile bir şiddet türüdür. Ayrıca topluma karşı bütün sağlık çalışanlarını aklayıp toplumu şiddet yanlısı olarak da göstermek bana kalırsa toplum mühendisliği açısından çok yanlış bir uygulama olacaktır. Bir olayın doğru ya da yanlış olmasını ortaya koyan kişinin mesleği olmamalıdır. Her olay bağımsızdır ve hatalı olan kimse yaşanılan olay incelenerek belirlenmelidir.

Belki hukuken şunu demek doğru olacaktır. Hiç kimse yaşadığı haksızlığın karşılığını kendisi vermemelidir. Ya da bir suç varsa onu yeni bir suçla kapatamayız. Bunlar ilkesel doğrulardır. Fakat uygulamada, hele hele insan mağdur olduğunu düşünürse bu ilkesel doğruları uygulamayabilmektedir. Adrenalin salgılayan biri o esnada ilkesel davranmayabilir. Burada fiilin önemi kadar fiile neden olan sebeplerin de tartışılması gerekir. Tabii hukuk doğal olarak eylemin cezasını kendi vermek isteyene hukuki olarak müdahale etmek zorundadır. Meşru müdafaa haricinde kişilerin karşı tarafa hiçbir gerekçe ile müdahalesi kabul edilemez.

Aynı lokalize durum, cinsiyet şiddeti olan kadına şiddet kavramıyla da açıklanabilir. Erkeklerin kadınlara uygulamış olduğu şiddet nicelik olarak kadınların erkeklere uygulamış olduğu şiddetten daha fazladır. Özellikle fiziksel şiddetin erkek tarafından daha fazla yapılmasının sebebinin erkeğin kas gücü ile ilgili bir durum olduğunu bilmekteyiz. Fakat bu fark sadece niceliksel bir durumdur. Suçun niteliği hukuken aynıdır. Belki erkeğin kas gücüne dayanarak ahlaki bir farklılığı da burada tartışabiliriz. Fakat aile veya insan kavramını korumak istiyorsak şiddeti burada da ayrıştırma aracı haline getirmek doğru olmayacaktır. Şiddet insanlığı çıkmaza sokan bencil ve hastalıklı bir ilkel tutum modelidir. Kime yapılırsa yapılsın aynı ölçüde toplum olarak tepki vermeliyiz. Aksi halde bir ölçüde şiddetin normalleşmesinin önünü açarız. İstanbul Sözleşmesi sonrasındaki tabloyu hatırlamak burada yerli yerinde olacaktır. Her ne kadar kadını korumak için yapılsa da topluma baktığımızda kadına karşı öfke birikimli olarak artmıştır.

Aynı şekilde yaşı küçük bir kız çocuğuna yapılan şiddet çok fazla tepki alırken genç bir kadına yapılan şiddetle kıyaslanırsa, genç kadına uygulanan şiddete karşı tepki daha az olabilmektedir. Bu fark sosyal psikoloji açısından irdelenirse yeni travmalara neden olacaktır. Burada şiddetin her türlüsüne karşı toplumun refleksi en üst düzeyde olmalıdır ki şiddet normalleşmesin. Tabii ki teorik olarak ya da ahlak olarak şiddeti kategorize edebiliriz. Küçük bir çocuğa yapılan bir şiddet genç bir delikanlıya yapılan şiddetle aynı değildir. Burada altını çizmek istediğim topumun algısı eğer toplum genç delikanlıya şiddeti normalleştirirse işte bunun önünü alamayız. Tepkisellik açısından bu aynı olmalıdır.

Kadına karşı yapılan şiddeti anormal görmek, hukuk açısından pozitif ayrımcılığa dayandırmak reel bir durumdur ama şiddetin kaynağını ıskalamak ise ayrıca başka bir problemi doğuracaktır. Ya da şiddetin önlenmesine bu tepkiler ve hukukun uygulamış olduğu ceza yetersiz kalacaktır. Sosyal psikoloji açısından kadına şiddetin muhtevası ve arka planı çok ciddi araştırılmalıdır. Yoksa sadece kollukla şiddetin önüne geçemeyiz. İnsana, bitkiye, hayvana, kamu malına vb. hiçbir canlı cansız ayırmadan şiddete karşı doğal ve güçlü bir tepki geliştirmeliyiz.

Bunun için bu topraklarda yeterli done fazlasıyla var. İnanç sistemimiz ve kültürümüz şiddete karşı ciddi refleksler geliştirebilecek durumdadır. Yeter ki salih bir niyetle bunlar keşfedilsin. Tabi ki toplumumuzda yanlış bir takım uygulamalar olmuştur bunları evrensel akıl ve vicdan ile süzgeçten geçirmek zor olmayacaktır. Kolluğun varlığı ve etkili bir hukuk sistemiyle de şiddete karşı zafer kazanmak zor olmayacaktır. Kanunlarımızın bu yönde geliştirilmesi gerekmektedir. Son tahlilde sadece bunlarla başarılı olmak yetmeyecektir. Özellikle eğitim sistemimize sağlıklı dokunuşlar yapmamız gerekmektedir. Ders içerikleri gözden geçmelidir. Bu tür değerlere referans olabilecek yeni dersler müfredata eklenmelidir. Özellikle ailelere çok ciddi destek ve eğitimler verilmelidir. Anne babası olmayan, sosyal hizmetler himayesinde büyüyen, ağır travma geçiren çocuklara devlet özel bir parantez açmalıdır. Ayrıca ekonomik ve statü açısından hiç sorunu olmayan çocukların seküler yaşam tarzı da aile bağlarının zayıf olabileceği durumlara da katkı sağlayacak eğitim modelleri, eğitim öğretim sistemimize entegre edilmelidir. Şiddet üzerinden kamplaşma alanları yaratmak, şiddeti politikaya malzeme etmek bataklığı yok etmeyecek aksine yeni travmaları beraberinde getirecektir. Şiddet bir sonuçtur ve sonuca giden uzun bir hikâye mutlaka vardır.

 

 

HABER BİLGİLERİ
Bu haber 18 Şubat 2022, 21:12 tarihinde Köşe Yazarları, Küçük Manşetler, Manşet, Yazar 15 kategorisinde yayınlandı.
OKUNMA
Bu Haber 105 Kez Okunmuş..
PAYLAŞ
facebook Twitter Frienfeed Twitter Google
ETİKETLER
YORUM YAZIN
Benzer Haberler
MbTasarıM
MUHLAMA KARADENİZ MUTFAĞI
Yazarlarımız
KARADENİZ VİRA FACEBOOK
Resim Galerisi
PUAN DURUMU