Eğitim sistemimizin durumuyla ilgili olarak çocuklarını okullara gönderen velilerimizin anlattıkları ile uluslararası kuruluşların yayınladığı göstergelerin ortaya koyduğu tablo arasındaki uyum uzun yıllardır değişmeden devam ediyor.
Veliler haklı olarak çocuklarının daha nitelikli eğitim almasını,
aldığı eğitimin çocuklarının yaşamını kazanmasında etkili olmasını istiyorlar.
Onlar, okullardan çocuklarının daha iyi dil,
matematik,
fizik eğitimi almasını,
okulda eleştirel düşünme becerilerini kazanmasını, akranlarıyla dengeli bir sosyalleşme yaşamasını talep ediyorlar.
Buna rağmen yönetimlerin ısrarla ve inatla okulları dar birer ideolojik aygıt haline getirme çabası içindedir.
Okullar ve doğal olarak çocuklar/çocuklarımız,
seçilen bilgilerin,
düşüncelerin,
değerlerin taşıyıcısı olsun isteniyor.
Oysa çocuklar taşıyıcı nesne değil,
kendi yaşamlarının öznesi olmalıdırlar.
Biliyoruz ki eğitimle ilgili önemli sorunlarımız var.
Giderek bu sorunlarımızın sayısında azalma olmadığı gibi olumsuz etkileri de güçlenmeye devam ediyor.
Yakın zamanda yayınlanan OECD’nin,
“Eğitimde Eşitlik:
Eğitim Fırsatlarının Güçlendirilmesi” başlıklı “Bir Bakışta Eğitim 2021” raporu, bu tespitlerimizi doğrulayan sayısız veriler içermektedir.
Bu rapora göre;
Türkiye’de bu oran 41.
OECD ortalaması ise 18,2’dir.
Yüksek lisans ve doktora düzeyinde OECD ortalamasının çok gerisinde bulunuyoruz.
Özellikle yüksek lisans kategorisinde Türkiye’deki oran 2 iken, OECD ortalaması 13,5’tur.
Türkiye’de bu oranın 62’yi bulması düşündürücüdür.
Bu ve benzeri verilerin oluşturduğu tabloya teslim olmamız mümkün değildir.
Eğitim alanında yaşanan çöküş ve çürüme hem bireysel hem de toplumsal düzlemde geleceğimizi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.
Çocuklarımızı mutsuz ve başarısız kılan bu sistemin karamsar bir tablo oluşturduğu açıktır.
Kökten, ciddi ve kapsamlı bir eğitim seferberliğine girişmeden bu manzaranın dönüşmesi mümkün görünmemektedir.
Bu manzarayı dönüştürmeden de ülkenin ve gençlerin makûs talihini yenmek olası değildir.
Nazım RAKICI