“Sanki tanıdık bir yerlerdeyim, deniz kenarındayım ama denizi görmüyor gibiyim…
Ekili, biçili bir tarla ya da sınırlarını seçemediğim kocaman bir bahçedeyim.
Ayak bileklerimı dikenler, yaban otları çiziyor, acıtıyor…
Sanki başkasına ait bir mekânda izinsiz geziyor olmanın suçluluğu içindeyim ve son derece tedirginim…
Bir bağırtı, sanki birilerinin ’’köpek var!’’ diyen telâşlı seslerini duyuyorum.
Aniden, kulakları kesik, kocaman bir çoban köpeğinin hızla üzerime geldiğini görüyorum…
Korkuyorum, kollarımı yüzüme kapayıp, tespih böceği gibi kendimi yere atıyorum…
Aynı esnada:
’’Ben köpeklerden korkmam ki, aksine ne çok severim onları. Bana bir şey yapmaz, sevdiğimi anlar nasılsa! ’’diye düşünüyorum…
Panikle bekliyorum…O ne? Köpek sağ kolumu ağzına alıyor…Canım yanıyor, hayır ağrıyor…Bağırıyorum, sesim çıkmıyor…Derken bu defa ağzına aldığı kolumu yalamaya başlıyor…“Biliyordum, sevdiğimi hissedeceğini biliyordum…’’ gibi saçma sapan rahatlama sözleri söyleyerek kan ter içinde uyanıyorum.”
Bir süredir zor belâ kullandığım, başımın altında kalmış zavallı sağ kolumun, uyuşma, karıncalanma ve ağrısıyla kendime geliyorum, hem de inleyerek…
İnsanoğlu değil miyiz, ilginciz işte…Bu ruh haliyle uyanınca bir çocukluk anım aklıma geliveriyor:
“Mahallede 9–10 yaşlarında bir komşu oğlu var; Haylaz, kavgacı, fırlama, küfürbaz.
Sıfır numaraya vurdurulan saçlarının arasında görünen 6, alnında 2 adet yara izi var.
Daima kirli yüzü, kocaman kulakları, sümüğü eksilmeyen ama düzgün, fındık gibi bir burnu var.
Ben de o yaşlardayım…Oyunlarına keyifle dâhil olduğum mahallenin diğer erkek çocuklarıyla gayet güzel anlaşıyorum, bir tek ondan hazmetmiyorum; Osman’dan…Osman’sa yanık; her an yanı başımda. İlgimi çekmek, gözüme girmek için olmadık serserilikler yapıyor. Esiyor, gürlüyor, en küçük bahaneyle birilerini dövmek için fırsat kolluyor, kabadayı yani. Herkes ondan çekiniyor. Ben sinir oluyorum, hatta nefret ediyorum.
Aklımca, onu önemsemeyerek, muhatap almayarak, yok sayıyor görünüyorum…
Osman, uyuz, sıska, gariban bir sokak köpeğinin boynuna bir urgan geçirmiş çekiştirirken sokağın başından görünüyor ve bizlerin olduğu tarafa yöneliyor.
Sarı, kirli, eğri büğrü dişlerinin arasından hınzırca sırıtarak yaklaşıyor.
Çocuklar bağrışıyor:
‘’Nerden buldun onu lan? Kuduz o kuduz, getirme onu buraya!’’
Kuduz lâfını da duyduk ya, bir korku, bir panik dalgası üstümüzde kol geziyor.
Osman, köpeği zorla, sürükleyerek, bizim üstümüze doğru koşturuyor, darmadağınız, darmadağınım.
‘’Osman’dan nefret ediyoruuum!’’
Osman sırıtarak, keyifle, muzaffer bir edayla bağırıyor;
’’Kaçın lan, dağılın lan!’’
Gözlerimin karardığını, Osman’ın bana dönerek:
‘’Fatma kız, bak bu köpeği sana getirdim, korkma gel, sana bir şey yapmaz!’’ dediğini hayal meyal hatırlıyorum…
Ayaklarıma dolaşan köpek, boynundaki urgan ve de Osman’la kördüğüm olduğumu fark ediyorum ama ne yazık ki kendimi kurtaramıyorum…
Önce kalçalarımın üstüne, sonra sırtüstü düşüyorum, başım hızla asfalta çarpıyor.
Kuyruk sokumumda kolay kolay geçmeyecek dayanılmaz bir ağrı, kafamın arkasında kocaman bir baloncukla yıldızları sayıyor, bağıra çağıra ağlıyorum…”
Yıllar boyunca,ne zaman dikkatsizce otursam ya da aniden oturmam gerekse o kötü acıyı yaşamış, o köpeği ve o kaos anını hatırlayıp, Osman için lügatımdaki tüm küfür ve bedduaları saydırmıştım…
Eeee…Şimdi ne alaka? diyebilirsiniz elbette de, her tür şiddet haberinin bir karabasan gibi üzerimize çöktüğü şu günlerde, insan biraz da güzel şeyler hissetmek istiyor ya, ondan anlatıyorum size bunları.
Önceki gün okuldaki işim bitince, eve deniz kıyısından dönüyordum. Park alanından geçerken, elleri çenesinin altında, çimlere yatmış, geleni geçeni izleyen, fark edilmeyi ve sevilmeyi bekleyen sokak köpeğiyle göz göze geliverdim.
Yalancı baharın inadına, ağaçların dallarını, yerdeki otları ve sokak köpeğinin tüylerini havalandıran sert bir poyraz esiyordu o gün, ama bir yandan da Güneş içtenlikle gülümsüyordu. Gökyüzü masmavi, deniz bir o kadar mavi ve göz alıcıydı.
Uzakta sislerin ardındaki gizemli Torosların görüntüsü ve çocuk parkındaki çocukların kahkahaları , son günlerde tepemde gezinen gri gölgeleri birden dağıtıp bana yaşam sevinci veriverdi.
Yürümeye devam ettim, bu defa ardımdaki yumuşak ve çekingen pati seslerini ve o küçük hapşırığı duydum. Döndüm baktım, sallanan bir kuyruk ve bana bakan bir çift kara gözle karşılaştım…Öyle sevimli ve öyle evcildi ki; dayanamadım, yumuşak kulaklarını okşadım. Beni eve kadar takip etti. Eve gelince kendisine sokak kedileri için aldığım mamalardan ikram ettim. Bir solukta yedi-bitirdi, minnettarlıkla kuyruğunu savurdu.
Onun yaklaşımı sıradan ve olağan bir çıkar ilişkisi gibi görünse de, bana göre aramızdaki sadece bir duygu alışverişiydi; sevgimi hissetmek ona iyi gelmişti, onun sevinci de benim ruhuma…
****