https://www.youtube.com/watch?v=NHsSbH3IAIU
(Denizin hırçın dalgalarından korunmaya çalışan istiridye, derindeki bir kayaya sıkı sıkıya tutunup, yalnızlığı için gözyaşı dökerken, fark etmeden siyah bir inci büyütür içinde…
Bir gün, nefes almak için ağzını açıp kapatırken, oradan geçmekte olan bir balık, onun içindeki siyah inciyi görür ve o an aşık olur…
Haftalarca, aylarca istiridyenin etrafından ayrılmaz. Bir an olsun, bir defa olsun, siyah incisini görebilmek için oraları mekân beller.
Derken bir gün, bir inci avcısının gelmesiyle, balığın hayalleri altüst olur. Balık hisseder; avcının aradığı da tam böyle bir siyah incidir…
Avcı, kayaların üzerindeki istiridyeleri teker teker söküp elindeki sepete doldurur ve suyun yüzüne yönelir.
Balık mücadele edecek güçte olmadığının farkındadır, “Sevdiğimden ayrılmaktansa ölümü tercih ederim” der ve kendini son bir hamleyle avcının sepetinin içine atar..)
…
“Masal bunlar!” der kadın ve elindeki kitabı kapatıp ayracı sayfaların arasına koyar.
Gözlerinden uyku akmaktadır; başını rahat, yumuşak yastığa gömer, sessiz, serin, koyu
gecenin koynunda derin bir uykuya dalar.
…
Kaç saat geçtiğini bilemez kadın…
Birden odasında nemli, sıcak bir rüzgâr eser soğuk gecenin inadına…
Bir gölge belirir başucunda, yumuşak bir el değer omuzuna, bir nefes dolaşır dudaklarında, ismini fısıldayan bir ses duyar..!
Kocaman oda küçülür, küçücük yatağı büyür, büyür…Kadın üşür…
İkirciktedir; düşte midir, uyanık mıdır yoksa?
…
Yavaşça doğrulup kalkar, çıplak ayaklarını soğuk zeminde sürükler.
Ayın ışığı, evin koridoruna, odaların duvarlarına kadar sızmıştır.
Balkona çıkar, soğuk-ıslak korkuluklara dayanır, derin bir nefes alır…Çiğ düşmüştür geceye, ürperir…
Ay tüm görkemiyle orada dururken, gökte yüzlerce yıldız kendisine göz kırparken ve şehrin ışıkları rengarenk yanıbaşındayken; hem böyle kalabalık, hem böyle yalnız olabilir mi insan?
Gecenin sessizliği, eskilerden bir şarkıya dönüşür;
“Fikrimin ince gülü/ Kalbimin şen bülbülü
O gün ki gördüm seni / Yaktın ah yaktın beni”
Beklenmedik bir zamanda gelmiştir melânkoli. “Hoşgeldin hüzün!” der, hüzünlenerek.
Kendisi de şaşar; nasıl arabesktir bu gece, nasıl tamamlanmamış, nasıl eksiktir..!
Kuytulara saklanmış sözcükler gelir dilinin ucuna, zihninde söylenememiş cümleler raks eder…
“Yazmalı” der, “yazmalı…” Ve yazar…
Hem de gökyüzüne bir mektup yazar kadın, sonra gönderir ayışığıyla…
Son satırında şöyle demektedir:
“Çok özledim ama çok…Öyle bir özlemek ki bu, anlatılır gibi değil…
Böyle özlemek görülmüş şey değil..!”
********