Her canlı gibi Atatürk de vadesini doldurdu ve ahirete göç etti.
Şimdilerde söylenen “Atatürk ölmedi, kalbimizde yaşıyor “sözü, ona aşırı sevgileri olanların bu sevgilerinin devam edeceğinin ilanı.
Atatürk, (sebepleri uzunca tartışma konusu olan) Osmanlı’nın parçalanmasıyla sonuçlanan bir süreçte Anadolu’nun ayakta kalması için üretilen Türk ulus devletinin kurucusu olduğu için bu nedene dayalı olarak halkın çoğu ona sonsuz sevgi besliyor. Yani onu sonsuz sevgiyle sevenler, geride bir vatan bırakmanın yanısıra , ayrıca oluşturduğu devletin cumhuriyetçi, laik özelliklere sahip olmasını da sevgileri için önemli bir neden görüyorlar.
Atatürk’ün ülkenin kurtuluşuna, bu devletin varoluşuna ne derece katkısı olduğu tartışılabilir, tartışılıyor. Ancak, Onu sevenlerin çoğunluğu kurduğu ve geride bıraktığı eseri olan T.C nedeniyle sevmekteler..
Bu yaklaşımdan yola çıkılarak
iddia edilebilir ki; Tarih Atatürk yerine bir başka ismi öne çıkarmış olsaydı ve TC’nin, Devletin harcındaki asıl katkı bir başka kişiye aittir denseydi, o kişide Atatürk kadar yüceltilirdi. Çünkü, bu kesimlerce asıl sevilen, kurucu liderin kendisinden ziyade, onun kurduğu; demokratik, laik, Türkçü Cumhuriyettir.
Atatürk’ün kurtarıcı lider pozisyonundan daha çok kurucusu olduğu sistem öne çıkmakta, yüceltme bu bileşimle ortaya çıkmaktadır.
Ölümünün 80.yıldönümünde, geçmiş yıllarda olduğu Atatürk’le ilgili tartışmalar hız kesmeden sürüyor. Kimileri ona şiddetli eleştiriler getirirken,kimileri de onu kutsarcasına sahiplenmekte..
Atatürk’e karşı çıkan ve yüceltenleri kategorize etmeye kalkarsak; genel olarak bunları üç sınıfa ayırabiliriz..
1-Osmanlıcılar: Bunlar “ittihat ve Terakki’cilerin Osmanlı’yı parçalayan Batıcı-ırkçı ideolojiler ürettiklerini ve hayallerindeki yeni devlet için Osmanlı’nın parçalanmasına yardımcı olduklarını düşünmekte, bu nedenle de başlangıçta İttihatçılarla hareket eden Atatürk’e kin duymaktalar.
2-Atatürkçüler/Kemalistler: Bunlar,”Atatürk, yeni bir devlet kurmuştur ve bu devletin Osmanlı’yla ilgisi yoktur. Onu Osmanlı’ya döndürmek isteyenlere karşı sert tedbirler alınmalıdır.” diye düşünürler.
Bunlara göre, “yeni cumhuriyetin sahipleri Atatürk ve onun arkadaşlarından yana olanlardır. Bu ülke Türklerin, Türkçü’lerin, devletidir, bunu kabul edenler ülkeyi yönetmelidir. Bunu böyle kabul etmeyenlerin bu ülkede yönetmek bir yana, yaşamaya hakkı yoktur, onlara karşı sert müdahaleler yapılmalıdır”
3-Yeni Cumhuriyetçiler/Bilimsel Atatürkçüler:
Bunlar, “Osmanlı Devletinin çökmesi, sonunun gelmesiyle yeni bir devlet kurulduğunu, bu devletin yönelişinin doğru olduğunu, kimi eksiklik ve yanlışlara rağmen kurulan yeni devletin doğru temeller üzerinde inşa olduğunu, seküler, demokratik bir cumhuriyetin tek model olarak geliştirilmesi gerektiğini, gerçek Atatürkçülüğün bu olduğunu” savunmaktalar.
Türkiye’de yaşanan kavgalar anahatlarıyla bu üç farklı düşünce etrafında dönmekte..
Bu üç düşüncenin son ikisine yakın düşenler seküler ve cumhuriyetçidirler. Bunlar her ne kadar uç solculuk ve ulusalcı görüşlere varıncaya kadar birbirinden farklı görünen düşünceleri savunsalar da özü itibarıyla bu iki görüşten biri üzerine oturur, oradan filizlenirler. O nedenle: Bu iki sınıfa sahip çeşitli düşüncedekiler kendilerini bu sistemin merkezinde,rejimin asıl sahibi görürler.
Burada asıl sorun birinci düşünce grubu içinde olanlarla ilgili..
Bu grup ana tema olarak düşüncelerini dine dayamakta, TC’yi eleştirirken görüşlerinde dinsel atıflarda bulunmakta ve teokratik bir devlet yerine laik bir devlet kurduğu ,buna karşı çıkanlara sert tedbirler uyguladığı için Atatürk’e düşman gözüyle bakmakta..
Oysa, eğer konu din temelinde değerlendirilecekse, yeni cumhuriyetle birlikte kaldırılan bir çok şeyin, getirilen kimi yasakların dinle ilgisini tartışmak doğru olandır, halbuki konu hiç bu yönüyle ele alınmamakta,bu yönde tartışılmamaktadır.. “Eğer,bunları tartışırsak Atatürk’e hak verebiliriz” endişesiyle bu doğrultudaki birçok konu gereği gibi irdelenmemektedir.
Oysa ortada şöyle bir realite var; bugün, kendini birinci düşünce kalıbı(Osmanlıcı) içinde gören bir çok dindar kişinin düşüncesi, yaşantısı ve tercihleri Osmanlı’ya değil, Atatürk’ün öngördüğü seküler cumhuriyete daha yakındır. Bu kitle yaşadığı şeyi içselleştirip, bilinçli kabullenme yerine, körü körüne savunmayı bir ideoloji haline getirip “iki arada bir derede” kaldığı için kendini sistemin dışında tutma çabası içerisine girmekte, Anadolu insanını da mevcut sistemin uzağında örgütlemektedir.
Bu gibi düşüncelerin sahipleri yönetici, idareci gibi etkili konumlarda olsalar da sisteme yabancı bir konumda durmakta, sistemin imkanlarında yararlanırken, enerjisini sistemi geliştirecek şekilde kullanmamakta, sinerjiyi buraya taşıyamamaktadırlar.
O nedenle; kendilerini sistemin sahibi görenler azınlıkta olsalar ve idari mekanizmanın dışında kalsalar dahi sistem üzerinde bunlardan daha etkin olmaktadırlar.
Buna karşılık sisteme yabancılaşmış konumda olan yöneticiler, sekülalizme yapay karşıtlıkları nedeniyle gönülden bağlı olmadıkları Osmanlıcılık benzeri düşüncelere veya din görüntülü bağnaz düşüncelere set çekememektedirler..
Halbuki gerçekçi bir tahlille olaylara yaklaşılsa muhafazakar kesimlerin sistemi geliştirme ve sistemle uyuşmazlıklarını ortadan kaldırabilmeleri mümkün..
Sonuç olarak şunu söylemeli: Osmanlıyı geri getirme ihtimali olmadığı için böylesi hamasi düşünceler üzerinde yoğunlaşmak beyhudedir.
Cumhuriyetten bu yana köprülerin altından çok sular geçmiş, kuruluş yıllarından bugüne gelinceye kadar türlü yanlış uygulamaya rağmen bu devletin Osmanlı’dan kalan halkların, yani hepimizin devleti olduğuna karar kılmışız…
Yapılması gereken; Türkiye’yinin mevcut sistemini tüm ülke vatandaşlarını memnun edebilecek, güçlü ülke vizyonuna kavuşturmaktır.
“Yeni Türkiye” bu hedefi gütmenin adı olmalıdır…
Cumhuriyette bir çok nedenle tepki duyan dindar kitlelerde, imkanlarını sınırsız şekilde kullandıkları halde karşıtlıklarını sürdükleri mevcut sistem hakkında düşüncelerini değiştirmeli veya benimsedikleri yaşam tarzına ait düşünceleri açıkça ortaya koymaktan çekinmemeli, objektif, şeffaf, takiyyesiz, açıkça bir tartışmaya öncülük etmeliler..
Din,bu toplumun ana harcıdır. Ona bağlı olduklarını belirtenlerin sistemle körü körüne çatışır pozisyona düşmesi sistemin gelişmesini, hak, hukuk, adalet ve uzlaşının sağlanmasını engeller..
Oysa,dindarlar/muhafazakarlar sistemin önemli katmanıdırlar. Bu gücü devletin, demokrasinin gelişmesi için değerlendirmeliler.
Dindarlar, sisteme, sistemi aşkın bir alternatif sunamadıkları sürece yeni bir şey söyleyemez, etkilerini artıramazlar. Bu gerçeği kabul ederek,imkanlarını kullanıp içselleştirdikleri sistemle çatışma yerine, farklı düşünceleri bu devletin geleceğinin güvencesi görüp, bu zenginliğin daha da gelişebileceği bir atmosfer için gayret göstermeliler..
Diğer gruplara ise söyleyecek bir sözüm yok!
Herşey yerli yerine oturduğunda kendini sistemin asıl sahibi görenlerin de boyası dökülecektir.
Evet.. Önce kendin olmak, bu ülkeyi sevmek ve bu yeni cumhuriyeti daha ileriye taşımak için çaba sarfetmek gerek
Adan ONAY