Ne zaman, Nasıl, Nerede?

fatma-iyibilginnnnn

Kış, kış gibi gelirdi bozkıra. Kış demek, soğuk demekti, kış demek ayaz demekti…Gökyüzü gri, sokaklar gri, evler griydi…Damların saçağından sarkan buzlar gümüş rengi miydi, yoksa bana mı öyle gelirdi? Bazen poyraz sisi, bulutu dağıtır, güneş ışıkları o gümüşi, salkım saçak, uzun, sivri buz parçacıklarının içinden geçerek bir prizmadan yansıyormuşçasına evlerin gri duvarlarında parıldardı. Kış demek kar demekti. Kar yağdı mı gerçekten kar gibi yağar, haftalarca topraktan kalkmaz, yine de kentin düzünü tersine getirmezdi.

İşte öyle, soğuk mu soğuk, ayaz mı ayaz, karın buza dönüştüğü bir kış öğlesinde, bahçe çeşmesinin başında yakılmış harlı ateşi, kaynayan çamaşır kazanını, bakır leğende dumanı tüten, köpüksüz, boz bulanık suyu ve soğuktan burnu, alnı ama suyun sıcaklığından elleri kızarmış  çamaşır yıkayan ve birkaç gün önce kaybettiği annesi için ağıt tutan annemi hatırlıyorum…O gözyaşlarını, çitilediği ıslak çamaşırlara dökerken benim canımı en çok yakan şey anneannemin ölümü mü, yoksa annemin ağlayışı ve kederi miydi? O an ayrımsayamamıştım…Şimdi hatırladığım; annemin gözyaşlarına dayanamadığımdı, halâ dayanamıyorum!…                               …

14 yıl sonra, yine aynı kentte, yine bir kış günü, buz gibi bir sabahta, ani bir kalp kriziyle yitirdiğimiz amcamın cenazesinde, kapının ağzında dikilmiş, ikinci oğlunu da kaybetmiş olmanın verdiği korkunç azapla ayakta kalmaya çalışan dedeme ve Oğlun gitti sen hâlâ yaşıyorsun! Oldu mu bu?” diyerek aklı sıra acıyı paylaştığını zanneden patavatsız ziyaretçiyi hatırlıyorum.

Zaten çok üzgün olan dedemin, hıçkırarak ağlamaya başlamasıyla heybetli bedeni bir anda küçülüvermişti sanki. Hayatta kaldığı için kendisine anlamsız bir suç yüklenmiş(!) ve dedem o suçluluk duygusuyla biraz daha yıkılmıştı.

İşte onun o halini gördüğüm anda fark etmiştim, sevdiğini kaybeden insanın acısını hafifletmeye olan yetersizlik ve çaresizlik duygumu, kahrolmuştum…

Ve 27 yıl sonra, başka bir bozkır kentinde, Onu ebediyen kaybettiğimi öğrendiğim gecikmiş bir zamanda ve soğuk mu soğuk bir kış gecesinde, zihnime doluşan pişmanlıklarım ve keşkelerimle sarsılmıştım bir kez daha.

Anımsadıklarım mı yordu, bilmem?

Taş taşımış gibiyim!…

Güneş bir kez daha, en alevden renkleriyle ufku teslim alırken bu sabah, yarın sabah, gün doğumunu görememiş ve bir daha hiç göremeyecek kaç insan var kim bilir?

Yaşarken karşılaştığım acılarla, ölümün kıyısına defalarca gidip gelmiş olduğumu sanırdım; oysa bir hastane acilinde, damardan verilen nefes açıcı serumun, damla damla kanıma süzülüşünü izleyip, sabahı sabah ederken, gerçek manada duyumsamıştım ölümün soğuk nefesini.

Belki gerçek gibi görünen her şeyin yalan, ama bir tek ölümün gerçek olduğuna, ölümden korkmanın manasızlığına ve ertelediğim her şeyi ertelemekten vazgeçerek, ölümü de ertelediğime  inandığım bir zamanda…

Belki usulca, habersizce…

Belki bağıra çağıra, acı çeke çeke…

Belki ansızın, sessizce…

Belki yapayalnız, belki kalabalık içinde…

Belki gri, ayaz bir kış gecesinde…

Belki baharda, belki yazda…

Belki bir bayram sabahında…

Şanslıysam eğer sevdiklerimin yanında…

Kim bilir; ne zaman, nasıl, nerede?

***

HABER BİLGİLERİ
Bu haber 21 Ekim 2013, 12:30 tarihinde Köşe Yazarları, Yazar 4 kategorisinde yayınlandı.
OKUNMA
Bu Haber 168 Kez Okunmuş..
PAYLAŞ
facebook Twitter Frienfeed Twitter Google
ETİKETLER
YORUM YAZIN
Benzer Haberler
MbTasarıM
MUHLAMA KARADENİZ MUTFAĞI
Yazarlarımız
KARADENİZ VİRA FACEBOOK
Resim Galerisi
PUAN DURUMU