Dede yadigârı radyolarda arkası yarınların takip edildiği, Orhan Gencebay’ın sadece plâklarda dinlenebildiği, televizyonda “Kaçak” ve” Uzay Yolu” dizilerinin yayınlandığı saatlerde hayatın durduğu, kız liselerinde sadece kızların, erkek liselerinde de sadece erkeklerin okuduğu yıllardı.
Hani uzaktan uzağa görüp gönlümüzün aktığı, kaçamak bakışların içimizi yaktığı, adını duysak yüreğimizin hopladığı; bazen adını bile bilmediğimiz o delikanlılara ya da kızlara duyduğumuz tertemiz aşkların, o platonik tutulmaların uykularımızı delip geçtiği zamanlardı…
(Ankara’da…)
Lise ikideydim. Birkaç gündür okul yolunda, kavşaktaki büfenin önünde bekleyen, uzun boylu, esmer, bıyıklı, yakışıklı bir delikanlı dikkatimi çekmeye başlamıştı.
O hep aynı saatte, hep aynı noktada ve benim geldiğim sokağa bakarak birini bekliyordu…
Ben onu uzaktan görüyor, ama yaklaşınca mahcubiyetle başımı öne eğiyor, dolayısıyla benimle ilgilenip ilgilenmediğinden emin olamıyordum.
O gün tüm cesaretimi toplamış, yanından geçerken bir an ona bakmıştım ki, o an bakışlarımız karşılaşmış, işte o ilâhi an dizlerimin bağı çözülmüş, işte o an heyecandan kalbim yerinden fırlayacak gibi olmuştu…
Ayaklarım yere basmamış, okula nasıl ve ne zaman ulaştığıma ben de şaşmıştım. Ruhum o büfenin etrafında, aklım ise havada dolanırken, bedenim tüm okul saatleri boyunca sınıftan çıkmamış ve ben ertesi gün, onu yeniden göreceğim anın düşünü kurup durmuştum.
Ertesi gün, daha sonraki gün, daha daha sonraki gün, onu hep beni beklerken görmüş, onun hep benim için orada bulunduğu inancıyla, salınarak önünden yürümüş, ona doğru her kaçamak bakışımda, onun da bana baktığını görerek sevinçten uçmuştum…
(Böyle kaç gün, kaç hafta geçtiğini hatırlamıyorum. Hatırladığım, ona güzel görüneyim diye saçlarıma taktığım o dikenli bigudilerle kim bilir kaç gece işkence çekerek uyuduğum, o zamanın meşhur parfümü Viva Capio’yu üzerime nasıl boca ettiğim, annemden onca çekinmeme rağmen, ondan gizli kaşlarımı almaya nasıl cüret ettiğim ve yanaklarıma sürdüğüm o pespembe yağlı allıktı…)
Onun yanıma yaklaşarak; “size konuşma teklif edebilir miyim?”diyeceği günü hayal ederek uykuya daldığım bir gecenin sabahında, yine onu göreceğim yere doğru mutlulukla yürüyordum ki, onun gülümseyerek bana doğru geldiğini görmüştüm.
Heyecanlı iç sesimi yatıştırmaya çalışmış, sanki farkında değilmiş gibi doğal davranmaya çalışsam da, elim ayağıma dolaşmış, o sırada yerinden oynamış bir kaldırım taşına takılıp tökezlemiş ve düşeyazmıştım…
“Rezil oldum, kahretsin!” diye hayıflanırken o, iyice yaklaşmış, yaklaşmış, yan gözle bana bakarak ve hiçbir şey söylemeden yanımdan geçip gitmişti…
Kalakalmıştım…
Dönüp beyaz atlı prensimin nereye gittiğine bakmıştım ki, o başka bir kızla sarmaş dolaş olmuş, koklaşa, oynaşa, arkamdan geliyordu…Yıkılmıştım, hayallerim bin parça olmuştu…
Gönlüm sessiz bir ağıt tuttururken, adımlarım çoktan okula giden başka bir yola yönelmişti…
Genç kızlığımın ilk gönül kırıklığını onarabilmem ve hayalle gerçeğin ayrımına varabilmemse hayli zaman almıştı…