ÇAY, ÇAY-KUR, ÖZEL ÇAY İŞLETMELERİ ÜZERİNE
Öncelikle çayın Rize’ye gelişini sağlayanları şükranla anarak söze başlamalı.
Çay sayesinde başta Rize olmak üzere Doğu Karadeniz insanı gurbetten kurtuldu ve kısa sürede yoksulluk elbisesini üzerinden attı.
Bugün çay üretiminde ülkemiz yaklaşık 77.000 hektarlık üretimle dünyada Çin, Hindistan, Sri Lanka, Kenya ve Endonezya’nın ardından 6. sırada bulunmakta ve 760.000 dekar çaylık sahada yaklaşık 205.000 üretici çay tarımı ile uğraşmaktadır. Bölgede bu düzeyde yaygın ürün bulunmadığı için çay hala alternatifsiz üründür.
Alternatifsiz üründür ancak çayın aile bütçesine katkısı git gide azalmıştır. Gerek çay alanlarının yıllar içinde miras yoluyla bölünmesi, gerekse yaş çay taban fiyatının alım gücü olarak her geçen yıl erimesi nedeniyle artık çay, ek gelir durumundadır.
Bu durum ise bölge halkının çaya olan ilgisini azaltmış, çay bahçeleri bölgedeki yarıcı denilen fakir ailelere verilmiş, artık o aileler de çaydan geçim sağlayamadıkları için topladığı yaş çayın ancak üçte birini mal sahibine vermektedir.
Çay bahçelerinden çay toplama işi de genelde yabancı işçilere, gürcülere bırakılmıştır.
Bu tabloya baktığımızda bölge halkının adım adım yaş çayı terk etmekte olduğu göze çarpmaktadır. Eğer çay sürekli gelir kaybına uğrar, yarıcı, yabancı işçi bulunamaz , iş başa düşer ve çaydan elde edilen gelir dişe dokunur bulunmazsa bir müddet sonra çayların toplanmayıp, dalında bırakılması kaçınılmaz hale gelecektir.
Bölge gezildiğinde daha şimdiden sahipleri başka şehirde yaşayan küçük çay bahçelerinin toplanmadığını , çayların dallarında bırakıldığını görmek mümkün..
Yaş çay sezonunun yaz dönemine rast gelmesi olmasaydı belki de manzara daha da kötü olacaktı.
Çay toplama mevsiminin okulların kapandığı yaz dönemine denk gelmesi ve başka şehirlerde ikamet eden çay bahçesi sahiplerinin o tarihlerde memleketlerine gelip yazı orada geçirmesi ve çayını toplaması, toplattırması bir avantaj. Eğer çay hasadı bu dönemlere denk gelmeseydi durum bugün belki de çok daha vahimdi.
ÇAY BU HALE NASIL GELDİ.
Öncelikle kuru çay üretim safhasında işletmelerde çayın maliyetleri içinde emek maliyetleri uzun yıllar oldukça yüksekti. Çay-kur bölgede tek devlet işletmesi olup, bir istihdam merkezi gibi görülmekteydi. Rize ve çevresinde başka işletmeler olmadığı için iş denince akla gelen Çay-Kur’du ve siyasiler ihtiyaçtan çok fazla işçiyi burada stokluyordu.
Ürün yaz sezonunda 4 aylık sürede toplanılıp, işlenen bir ürün olmasına rağmen binlerce işçi 8 ay gibi bir süre daha fabrikalarda tutuluyor, bir kısmı bakım işlerinde çalıştırılıyordu.. İşletmelerde memur statüsünde sürekli çalıştırılanların sayısı ise oldukça kabarıktı ve bunlar işçilik maliyetlerini yükseltiyordu. Geçmiş yıllara baktığımızda çalışanların maliyetinin genel maliyetler içerisindeki payının oldukça yüksek olduğunu görmek mümkün.
Şimdilerde makineleşme ve bilgisayarlı sistemler nedeniyle çalışan sayısında ciddi bir azalma olsa da o günün işçilik maliyetleri çay konusunu sürekli gündemde tutuyordu. Hatta, o günlerde “başka vilayetlerin hakkını Rize’liye yedirtmem” gibi sözler bazı yüksek zevatın dilindeydi. Oysa o dönemlerde diğer KİT’lerdeki durumlar Çay-Kur’dan daha beterdi ancak nedense Çay-kur göze batıyor, halk “dışardan çay ithal etmekle” korkutuluyordu..
Oluşan bu olumsuz atmosfer nedeniyle devletin yükünü azaltmak amacıyla Özal 1984 yılında çay tarımı, üretimi, işletmesi ve satışını serbest bıraktı. Böylece özel sektör, tüketim, satış pazarı sınırlı olan çay sektörüne sokuldu.
İşte bu karar sadece çayın ölüm fermanı olmadı, bölgedeki sermayenin ölü yatırımlara yönelmesine, bazı haramzadelerin türemesine de yol açtı..
Çaya özel sektörün girmesiyle birlikte bütün taşlar yerinden oynadı..
Bazı öncüler aracılığıyla çeşitli bölgelerde çok ortaklı özel çay fabrikası kurmak adına bölge insanlarının ellerinde var olan üç beş birikimleri toplandı. Hatta bazı aileler altınlarını bozarak mahalle/köylerindeki fabrikalara ortak oldu.. Bunlara öncülük eden bazı kişilerin ortaklığı teşvik için çay üreticilerine anlattığına göre; “çay fabrikası kurmak çok karlı bir işti ve o fabrikalara ortak olan çay üreticileri hem hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan çaylarını kendi fabrikalarına verecek, hem de üretilen kuru çaylardan yüksek kâr payı elde edecek, ayrıca çocukları da bu fabrikalarda istihdam edilecekti.”
Ancak, bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Ortaklığa ikna edilen üreticinin elindeki üç beş kuruş ellerinden alındığı gibi, çevrenin çayı bir kısım özel çay fabrikalarında sermaye diye kullanıldı. Bu fabrikaların ürettiği kuru çaylar ise satılamadı, bunun için gerekli olan pazar oluşturulamadı..
Sonunda bu fabrikaların bir kısmı kısa bir süre içerisinde kapandı ve böylece buralara ortak olan halkın birikimleri uçup gitti. Kimseye de hiçbir şekilde ödedikleri paraların hesabı sorulamadı.
Çok ortaklı kurulan bazı fabrikalar ise önce ortaklarının çaylarıyla işletmeyi çevirdi, onların çay paralarını aylar sonra, yıllar sonra ödedi. Daha sonra da zarar ediyoruz diyerek üst üste sermaye artırımına gidildi. Yeni yatırım numarasıyla yapılan bu sermaye artırımına katılamayan ortakların hisseleri düşürüldü, yok edildi ve bu yolla yıllar içerisinde fabrikalar öncü ailelerin eline geçti, milletin ödediği paralarla kurulan bu çok ortaklı firmalar aile şirketine dönüştü..
Bu fabrikalara bin bir umutla ortak olan halk durumu sineye çekti. Zira yapabileceği başka bir şey yoktu. Her şey kılıfına uydurulduğu için hukuki yollara baş vuranlar da haksız çıktı..
Bu fabrikaların bir çoğu bölge insanı yerine yabancı işçi çalıştırdı, bir kısmı çalıştırdığı bu kişilerin alacaklarını dahi ödemedi..
Sadece bu kadarla kalınsa iyiydi..
Bu fabrikaların bir çoğu çöp dahil akla hayale gelmez şeyleri ucuz çay diye piyasaya sürdü. İlkel şartlarda üretim yapıldı, yanık, küflü çaylar torbalanıp, paketlenip satıldı. Türk çayı denince akla çay çöpü gelir oldu, millet kaçak çaya yöneldi.
Pazar kalitesiz çaylarla dolunca, düzgün iş yapanların çay pazarında kuru çay satabilmesi iyice zorlaştı, bu fabrikalar zora girdi. Zora giren fabrikalar ürettiği çayını çok düşük fiyatlarla çek, senet karşılığı pazarlamacı, aracılara sattı. Çek, senet dolandırıcılarına çaylarını satan firmalar battı, fabrikalar el değişti.
Araya pazarlamacılar, dolandırıcılar, ortak film çevirenler girince sadece çay fabrikaları değil, onlarla iş yapan, onlara mal satan bazı işletmelerde iflas etti.
Krize giren bazı fabrikalar haraç mezat satıldı. Bazıları kapandı..
Çeşitli hesaplarla bir çok fabrika açılınca bunlar kuru çay üretecek yaş çay bulmakta güçlükler çekti. Yaş çaya talep artınca çay alanları kontrolsüz şekilde genişledi..
Şimdi geriye dönüp bakıldığında bu olup bitenler karşısında söylenen tek olumlu şey ; Eğer bu özel çay fabrikaları olmasaydı, yaş çayın üreticinin elinde kalacağı yönündeki iddiaların kısmen doğru olması.
Evet böyle bir gerçek var ama çay üreticilerinin bu fabrikalardan alacaklarını vaktinde tahsil edememesi, kimilerinin batmış olması nedeniyle alacaklarının yok olması gibi konuları dikkate aldığımızda üreticinin pek de karlı çıktığını söylemek mümkün değil.
Üretici hiçbir zaman çayını ilk olarak devlet güvencesindeki Çay-Kur’a satmak istedi, hala bu durum değişmiş değil.
Devlet yeterli fabrika kurmadığı için üretici adeta özel sektöre mahkum edildi…
Eğer devlet sezon içerisinde üreticinin çayının tümünü işleyebilecek tesisler kurabilseydi, üretici başka bir arayış içerisinde olmayacaktı.
Aslında, Özal’ın çayı özel sektöre açması özelleştirmeye yönelik bir adımdı.
Ancak, yöre halkının tepkisi siyasilerin bu kararı almasına imkan vermedi…
PEKİ ÇAY-KUR BU DÖNEMDE NE YAPTI?
Çay-Kur bozulan kuru çay piyasası içerisinde bilinen ortalama kalitesiyle, marka bilinirliğiyle kuru çayını daha kolay satabileceğini düşündü. “Nasılsa, benim çayım hepsinden iyidir” diyerek kalite denen şeyle hiç ilgilenmedi.
Eskiyen çaylıklar da kaliteli çay üretmeye engel teşkil etti. Budama projesi olmasa durum daha da kötü olacaktı.
Özel sektörün sınırlı olan çay tüketim pazarını zorlamasıyla Çay-Kur’un çay stokları oluştu. Kimi kuruluşlar bunu fırsat bilerek Çay-Kur’un stoklarındaki çayları çok ucuz fiyatlarla satın aldı. Kimi düzenbazlar ise Çay-kur’dan ihraç kaydıyla satın aldığı çayı ihraç etmiş gibi gösterip iç piyasada sattı. Çay-Kur’un radyasyonlu çayları da ucuz rakamlarla satın alındı ve bu çaylar tüketiciye satıldı. Hatta vaktiyle ilgili bakan “radyasyonlu denilen çayın sağlığa zararı yok, bakın ben de içiyorum “diyerek kameralar karşısında poz verdi.
Çay-Kur’un ambalajları taklit edilerek Çay-Kur çayı diye millete çöp çay içirildi. Çay-Kur bununla mücadele etmekte yetersiz kaldı ve büyük marketlerde dahi satılan bu sahte Çay-Kur çayları zaten kalitesi düşen Çay-Kur çayının itibarını iyice zedeledi.
Kalite ve fiyat dengesizliği Çay-Kur’un dışarıya çay ihraç etmesine engeldi. Bir türlü arzu edilen ihraç seviyesine ulaşılamadı. Kimi ihraçlar ise devletin başka ülkelerden aldığı mallara karşılık ölü rakamlara takastı.
Böylece, Çay-Kur işçilik maliyetleri önemsiz bir hale gelmiş olsa dahi zarar etmekten kurtulamadı.
Yeni çareler aranmaya başlandı..
Ak Parti’nin Ekrem Yüce’yi Çay-Kur genel müdürlüğüne atamasının ardından Yüce, çay pazarında satışları artırmak için alternatifler aramaya başladı.
Ve bu arayışların sonucunda ÇAY-TAŞ diye bir özel firmayla Çay-Kur çayını pazarlama anlaşması yaptı. Bu firma ek bayilikler oluşturarak Çay-Kur çayını pazarlayacaktı. Bunun için Çay-Kur bu şirketle peşin kuru çay satışı anlaşması yaptı. Bu kuruluşa satılan kuru çaylara aracılık payları da eklendi ve böylece bayilerden daha yüksek oranlarda indirimlerle bu kuruluşa çay satışı gerçekleştirildi. İşin içerisine bu kuruluşun reklam, tanıtım gibi giderleri de eklenerek indirim oranları git gide yükseltildi.
Bir başka ilginç şey ise, bu kuruluşun büyük çay satın alma anlaşması yapmasının ardından Çay-Kur’un kuru çaya zam yapmasıydı!
Ekrem Yüce’nin ardından göreve gelen İmdat Sütlüoğlu’yla, Çay-Taş arasındaki ilişki iyice gelişti. Bu arada Çay-Kur’un kimi eski bayilerinin bayilikleri iptal edildi ve bu süreçte çeşitli kirli iddialar basına yansıdı.
Bu konuyla ilgili bizlere de ulaşan ilginç bilgi ve belgeler var.
Araştırmalarımız sonuçlandığında işin boyutunu, kamuoyundaki iddiaların ne derece doğru olduğunu, ne olup bittiğini kamuoyuyla paylaşacağız.
(Eğer bu konuda bilgi, belge sahibi olanlar varsa bunları adnanonay@hotmail.com adresine ulaştırabilirler.)
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim; Eğer üreticiler , çalışanlar olarak bizler sahip çıkmazsak çayımızın geleceği hiç de iyi değil.!
Sahip çıkmak ise öncelikle, yıllardır konuşulan Çay yasasının çıkmasıyla olur..
Bunun için meslek odaları, sivil örgütler, siyasiler, her neyimiz varsa bu konuda zorlayıcı olmalıyız ki, git gide kronik hale gelen bu konudaki sorunlarımız azalsın.
Şu anda ek gelir olarak görsek dahi Çayın bölgemize toplam girdisi oldukça yüksek. Bu paranın bölgeden çekilmesi demek bölgenin hızla yoksulluğa yol alması demek….
A.O