Kılıçlar Çekildi Mİ?

Türkiye her zaman üst düzey gündemlerin tartışıldığı bir ülke olmuştur. Gündemin doğal olduğu, suni olduğu, ısmarlama olduğu durumları ülke olarak çokça yaşadık.  Bunun en bariz göstergelerinden biri haber kanalları. Ülkemizde birçok haber kanalının kurumsallaşması, hatta reytinglerinin diğerlerine göre azımsanmayacak bir başarı göstermesi, gündemin vatandaş için sürükleyici ve etkileyici boyutta olduğunu açıkça gösteriyor. Uluslararası gözlerin sürekli üzerinde olduğu Türkiye, esasen politize olmaya açık bir ülke görünümünde olmuştur. Yabancı sermayenin bankalarımızdaki ağırlığı, hammadde bağımlılığı, işleme teknolojisi konusunda dışa bağımlılık, uluslararası yapı ve organizasyonlarla göbek bağı olan ilişkiler, Türkiye’nin operasyonel bir saha alanı olduğunu zaman zaman ortaya koymuştur.  Son 20 yıldır bu süreci bypass eden yerli ve milli hamleler de olmadı değil. Özellikle 2018’den sonra bu hamlelerin batıyı rahatsız ettiği bir durumu açıkça görüyoruz. Çünkü güdümlü politikaların dışına çıkan bir duruş daha sert uygulanmaya başladı. Rusya’ya yaklaşmak, Ege sorunu ve Yunanistan’a karşı tercih ettiğimiz üslup,  Doğu Akdeniz politikamız ve enerji koridoru anlaşmalarımız, savunma sanayi konusunda ısrarcı inovatif hamleler, ekonomik bunalıma rağmen halkın kanaatkâr tutumu, Azerbaycan – Ermenistan arasındaki savaşta Türkiye’nin altın dokunuşu bir start tuşunu aktif hala getirdi. Komple teorisi üretmeden oldukça reel bir dokunuşun batıdan geldiğini görüyoruz. Özellikle Erdoğan’la uzlaşamayan batı kendi seçeneklerini masaya koydu. Yeni Türkiye’de hangi isimler parlatılmalıydı. Tam da bu noktada uluslararası P.R. kuruluşları, think tank kuruluşları beyin fırtınalarını ülkemizin üzerinde estirmeye devam ettirdi.

Hâlâ, tırnak içinde tam bağımsız olamayan Türkiye, neden kendi göbek bağını kesemiyor ve bu operasyona açık yakalanıyor?

Aslında cevap soruda saklı. Sermaye, teknoloji ve hammadde konusunda hâlâ ciddi eksiklikler,  var. Liberal ekonomi konfor alanımızı artırdıysa da bu soruna çare bulamadı. Sadece hap tedavisi uygulayarak, lokal çözümlerle sorunu tedavi etmese de süreci uzatmayı başardı. Geldiğimiz nokta da artık bu tedavi yönteminin işe yaramayacağını gösterdi. Teknofest bile tek başına bu sorunun dışına çıkmak için iyi bir hamleydi. Artık at sahadaydı ve fil rahatsız olmuştu. Kendi çıkarları için fil ve eşek aynı kaptan yemek yiyebilirken, uzlaşı sağlayabilirken ülkemizdeki  siyasi figürler ülke menfaatinde bile uzlaşmaz bir tavır sergilemekte. Bunlar da yetmezmiş gibi sırlarını mahalleye açan insanlar gibi kasanın şifresini batının kirli ellerine teslim eden içimizdeki İrlandalılar, batının önceden topraklarımızda konumlandırdığı Truva atlarını devreye sokarak Türkiye’nin eksenini istediği yöne çevirmek için görünmeyen hamlelerle sonuç alma gayretinde.

Neden görünmeyen hamleler?

Batı bizden korkuyor mu sorusunu akla düşürebilir. Fakat batının işçiliği çok incedir, her zaman iyi çalışır ve hedef kitlesinin kendisinin bilmediği özelliklerini tespit etme başarısını gösterir. En son Dünya Kupası yarı final maçında Fransa ve Fas arasında bu başarıyı gördük. Fransa’ya ‘fransız’ insanlar Fransa başarısı için ter döktü. Türk milletine görünür bir müdahale yapıldığında neler olabileceğini batı çok iyi bilmektedir. Ekmek ve üzüm hoşafı yiyerek Çanakkale’de Türk milletinin neler yapabildiğini unutmamıştır. Hamleler onun için sert değil, oldukça hissedilmez olmalıydı.

Böyle bir titizlikle çalışan batıya rağmen, ülkemizde birbirini boğazlayan bir siyasi yapı var. Çoğunun gözlerini o kadar hırs bürümüş ki bu ince işçiliği fark edemiyorlar.

Bu ince işçilik ne olabilir?

Seçimlerde Erdoğan’ın rakibi kim olacak sorusu yeterli bir soruydu. Çünkü AK Parti teşkilatının liderinin, başarısının çok gerisinde olduğu bir dönemde, ekonomik sorunların halkı gerdiği bir dönemde, uzun bir iktidar dönemi geçiren Erdoğan’a sosyal psikoloji açısından            -özellikle gençlerde- ‘değişmesi gerekir’ cümlesinin kısmen de olsa söylenebildiği bir dönemde bir şey daha söyleniyor. AK Parti hâlâ 1. Parti ve Erdoğan hâlâ çok güçlü bir lider. Haliyle ince ince işlenen bir gelin çeyizi gibi hazırlanmalıydı her şey.

Son zamanlarda gelişen olaylar!

6 yaşında çocuğa istismar davası, iktidara yakın bir kanalda Kürtçe konuşan kadının sesinin kısılması Erdoğan’ın Türkmenistan ziyareti, Kılıçdaroğlu’nun Almanya seyahati, İmamoğlu’nun hakaret davası, Akşener’in İmamoğlu’na destek ziyareti, hâkimin İmamoğlu’na ceza vermesi, halkın Saraçhane’ye çağrılması, cezadan sonra miting yapılması, cezaya sevinen Akşener ve İmamoğlu’nun bunu kutlayıp birbirine sarılması, altılı masadan destek yağmuru, Erdoğan’ın bunu yaptığıyla ilgili iddialar, savcının cezayı az bulması sonucunda itiraz etmeye hazırlanması, Biden’ın İmamoğlu’na destek açıklamaları, Ermeni siyasilerin İmamoğlu ve Akşener’e sahip çıkın mesajları, Kaftancıoğlu’nun küs olduğu İmamoğlu’nun önünde el bağlı durması, kızıl elmanın göklerle buluşması, Fransa’nın Fas’ı elemesi, hadi son söylediğimizi ironi sayalım ama en azından Fransa’nın galip gelmesinden memnun olan TRT spikerini de ihmal etmeyelim.

Gördüğünüz gibi gazetecilik alanında cennet olan Türkiye’de işlenecek çok şey var. Belki bunlar benim gündemim, bazıları için devede kulak şeyler. Bunları okuyucunun dikkatine sunuyorum. Şahsen ben birçoğunu tesadüfe bağlamıyorum.

Reel siyaset

Abdullah Gül’ün adaylığı sol camianın şahin kanadı tarafından onaylanmayınca ibre İmamoğlu’na dönmüştü. Fakat Belediye Başkanlığı performansı, söylemleri popülaritesini kısa zamanda eritti. İşinde gücünde görünüm sergileyen ve fazla polemik yapmayan Mansur Yavaş ismi anketlerde üst sıralara tırmanınca Kılıçdaroğlu’ndan seri hamleler geldi. Bana kalırsa da aday olmak istediğini açıkça ortaya koydu. Akşener, Kılıçdaroğlu’na açıkça el freni oldu. Kafalarda “ ‘Benim dediğim olmasa ben olurum.’ der mi?” sorusunu da oluşturmadı değil. Akşener’in tercihi buzdağının görünen kısmında İmamoğlu onu herkes gördü. Peki, görünmeyen kişi kim? Uluslararası akıl bence kararını tam olarak vermiş değil. Herkes sahada ve bu üst akıl izlemekte performansları analiz etmekte. Arada da düşeni kaldırıyor tekrar şans veriyorlar. Artık seçim kampanyasına ramak kaldı ve aday belirlenmeli, son performanslar beklenmekte.  Masanın ana unsuru Akşener önemli bir figür, Kılıçdaroğlu’nın gücü camiasında ve büyük kitlesinde.  Masanın diğer dördü bana her yol Ankara modunda.

Fakat üst akıl bence HDP’yi hesap ediyor. Erdoğan’ın popülerliği kimilerine göre tartışmalı. Hâlâ büyük bir isim ama aleyhinde ve lehinde olan tablolar var. Bunu bilen üst akıl her şeyi kullanacaktır.

HDP’nin razı geleceği aday olmalı, sadece HDP’nin değil, Kürt halkının teveccühü bu seçime damgasını vuracaktır. İşte üst akıl bence bu veriyi almak için herkesi sahada koşturuyor. HDP açısından Akşener ve Mansur Yavaş’a rezerv olunduğunu açıkça görüyoruz. Kılıçdaroğlu’na da belirli bir düzeyde sitem var ama aşılabilir. HDP’nin bana kalırsa onay vereceği isim İmamoğlu. Asıl soru şu, HDP ve Kürt halkı aynı yerde mi? Bence değil. Hâlâ Kürt nüfus içinde Erdoğan yeterince güçlü durumda. İşte üst akıl burada günün sonunda muhafazakâr sağ kimliği olan Erdoğan’la sorun yaşayan bir ismi tekrar gündeme alabilir. İlk akla gelen isim Abdullah Gül olsa da bu zor gibi nihayetinde Gül’e karşı CHP’nin önemli isimleri ve gazetecileri ön yargılı. İbre Babacan’a döner mi? Davutoğlu imkânsıza yakın. Sürpriz bir isim mi gelir zaman gösterecek. Bu seçim geçiş dönemi de olabilir. Millet İttifakı parlamenter sisteme döneceğiz diyor. O zaman şimdiki aday değişecek bir sistem varken kendini kurban eder mi? Bunlar masadaki senaryolar. Burada işler böyleyken Erdoğan ne yapıyor?

TOGG, Kızılelma, yurt dışı ziyaretleri derken EYT ve asgari ücret çalışmaları ile önüne gelen meselelere çözüm arıyor. Başörtüsü ile ilgili meclise teklifte bulundu. Peki, bunlar reel siyaset açısından düşündüğümüzde yeterli çalışmalar mı? Başka bir toplum mühendisliği çalışması var mı? Tabi ki var! Çünkü Millet İttifakı’nın adayı belli olmayınca Erdoğan, tanıdığı bildiği bir ismi sahaya çekmek istedi. Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın teklifine gecikmeli olsa da evet demiş ve sahaya inmişti. Kılıçdaroğlu Akşener’e rağmen istekli olduğunu ortaya koymuştu. Şimdi Erdoğan nasıl bir siyaset güder merak konusu aslında bu. Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ya da bir başkası fark etmez modunda mı olur, yoksa yeni hesaplar mı yapmak zorunda kalır zaman gösterecek. Görünen o ki şu anki ibre İmamoğlu’nda. Fakat Kılıçdaroğlu bence kolay bırakmayacak.

Erdoğan, asgari ücrete gerektiği iyileştirmeyi yapacaktır. Belki de işveren tepkisi olmasa fazlasını da yapabilirdi. Belki işveren maliyetini düşürürse maaşları daha da cazip hale getirebilir. EYT konusunda da en azından beklentiye cevap verilecektir. Enflasyon oranında maaşlar artırılacaktır. Bence bunlar tabloyu değiştirecek argümanlar değil. Daha yapısal anlamda değerli parametreleri gündeme almalı. Özellikle AK Parti teşkilatları ve AK Parti bürokratları konusunda vatandaşın bariz bagajı var. Erdoğan, bunu gördüğü için çok erkenden teşkilatı sahaya sürdü. Fakat görünen o ki teşkilat denediği PR yöntemleri konusunda klasik metotlarla ön alma gayreti içinde, bu da istenilen sinerjiyi ortaya çıkarmadı. Erdoğan yine omuzlarına tüm yükü almak zorunda. Ve İmamoğlu benim omuzlarım bu yükü taşır diyerek artık meydanlarda. Bazıları, Erdoğan bu operasyonu yaptı, hâkimi değişti çünkü aday İmamoğlu’ydu, siyasi yasak getirerek önünü kesti diyor. İlk bakışta olabilecek bir teoriye benzese de ben bu fikre sahip değilim. Seçimden önce yargı kararı bozulursa Erdoğan’ın hâkime müdahale etti tezi realiteyle bağdaşmaz. Seçimden sonra bozulursa insanların aklı karışabilir, bence buna imkân vermemek gerekir. Hadi bunu Erdoğan’a teklif etsinler, bu kurguyu anlık olarak yaptı diyelim, bence yine de Erdoğan bu hamleyle daha çok puan kaybeder ve kararsızlar Millet İttifakı’nın adayı kim olursa olsun etrafında toplanır. Tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi. Şahsen, hukuk siyasi operasyon yaparak Erdoğan’ı sıkıştırdı tezi bana çok daha mantıklı geliyor. Tabi hukuk bunu yapar mı takdir kamuoyunun.  PR açısından, Erdoğan’la İmamoğlu’nun ceza alması konusunun benzer olduğunu ifade edenlerin görüşü de bence isabetli değil. Süreç olarak, zamanlama olarak ve muhteva olarak birbirine benzemeyen iki vaka olduğunu düşünüyorum. Bir olayda hüzün diğerinde mutluluk vardı.  Doğal olmayan ve kurguya kayan görüntülerin kaynağı Kılıçdaroğlu Almanya’dayken Saraçhane’de miting hazırlığı yapan İmamoğlu ve Akşener oldu. Belki yaşananlar doğaldı, kurgu değildi ama izlenenler kesinlikle bu minvaldeydi. Türk halkı ferasetlidir ve muhakeme yeteneğine sahiptir. Süreci analitik değerlendirecek zekâya sahiptir. Halkın aldığı pozisyon bunu gösterecektir.

 

Teoriler

Seçilme ihtimali zora girerse Erdoğan’ın yasal olarak seçime giremeyeceğini Anayasa Mahkemesine söyletip aday olmayacağı iddiasını ise yerinde bir tespit olarak asla görmüyorum. Cumhur İttifakı’nın adayı Erdoğan’dır, öyle de kalacaktır.  Seçimlerin erkene alınıp bu sürecin uzamaması bence herkes için iyi olacaktır. Çünkü kol kırılsın yen içinde kalsın. Ve artık bu sürece sadece milletimiz dâhil olsun. Dışarıdan gelen ısmarlama politikalara set çekilsin, tüm siyasi partiler kendi özgün politikaları ile halkın karşısına çıksın.

Masalar kurulmuş, titiz çalışmalar devam ediyor. Erdoğan da siyaseten önemli bir tecrübe, kendi argümanlarını sahaya koyacaktır. Bu süre zarfında Fahrettin Altun’un etkisi önemli olacakken, bu kadar sessiz olması ve kampanya açısından fark yaratamaması da ayrıca değerlendirilmelidir. Çünkü, Süleyman Soylu ve yer yer Hulusi Akar ile Mevlüt Çavuşoğlu dışında Erdoğan’ın etrafında tutum, davranış ve söylem konusunda güçlü bir irade yok. Millet İttifakı’nda ise bu sesler daha gür. Örneğin,  Yavuz Ağıralioğlu, Faik Öztrak, Ali Mahir Başarır, Engin Altay, Özgür Özel ve Engin Özkoç gibi isimler neredeyse liderleri kadar sorumluluk alıyor.

Seçimin kaderini etkileyecek unsurlara gelince, Kürt seçmenin algısı, kararsız insanların sandık psikolojisi, seçime katılım oranı, geçersiz oyların fazlalığı/ azlığı gibi konuların etkili olacağını söyleyebiliriz. Ve beklenmedik bir gelişme bütün fotoğrafı değiştirebilir. Uluslararası veya ulusal anlamda çarpan etkisi olan bir gelişme her şeyi başa sarabilir.

Artık kampanya savaşları milimetrik hesaplarla hareket edecektir.

Kılıçdaroğlu’nun Almanya dönüşü, İmamoğlu’na yaptığı ziyarette yaptığı konuşma kesinlikle hâlâ İmamoğlu’nun adaylığına karşı olduğunun göstergesidir. Israrla 16 milyonun başkanısın, sen görevini yap ben senin arkandayım gibi ifadeler bunu açıkça ortaya koymaktadır.  Altılı masa genel başkanlarının tepkisi ve getirdiği sesin de İmamoğlu açısından yeterli imaj oluşturmadığı kanaati taşımaktayım. Özellikle, Babacan’ın Selahattin Demirtaş güzellemesinin de altı çizilmeli. Akşener’in güçlü desteği ve yapılan miting konusunda Kılıçdaroğlu’nun bilgisi ve onayı olmadığını düşünmekteyim. Bana kalırsa siyasi bir showa dönüşen bu tablodan Kılıçdaroğlu rahatsız oldu. Buna rağmen, destek vermek ve geri dönmek zorunda kaldı. Fakat ziyaretinde yaptığı konuşma bunu ortaya koyma noktasında yeterli oldu. Her hâlükârda Kılıçdaroğlu, kendi partisinin belediye başkanı olmasına rağmen Akşener gibi güçlü desteğini yansıtmadı. En azından beden dili bunu göstermedi. Özellikle, ben dönüyorum, beni bekleyin demesine rağmen onu beklemeden mitinge başlamaları bana kalırsa Kılıçdaroğlu’nu çok öfkelendirmiştir. Fakat bunu fazla yansıtmadan Erdoğan’a yüklenmesi de ne kadar tecrübeli olduğunu gösterdi. CHP’li gazeteciler ise süreçle ilgili ikiye bölündü. Kurgu görüntüsü verdiğinden, İmamoğlu hasar aldı diyenler azımsanmayacak ölçüde. Diğer kesim ise İmamoğlu rüzgârı arkasına aldı artık masanın adayıdır görünümünde. Bu ayrışma bile Erdoğan gibi usta bir siyasetçiye verilecek en iyi malzeme. Kılıçdaroğlu bile sürecin Erdoğan’la ilgisi olmadığı yönünde ama siyasi kazanım yapabilmek için Erdoğan’ı bu konuyla ilgili hedef göstermekte. Kendi tabiri ile saray buna neden olmuştur tezi halka karşı reel siyaset açısından doğru bir hamle olarak yerini aldı.

Yakın tarihte Kılıçdaroğlu, İkinci Yüzyıla Çağrı Vizyon Toplantısı yaptı ve bir gövde gösterisi ortaya koydu. İşte son gelişmelerle bu vizyon toplantısının görkemli havası İmamoğlu davasıyla bitmiş oldu.

Dava

Ekrem İmamoğlu davasındaki sonuç hukukiliği konusunda beni de şaşırttı ama milletin iradesine müdahale oldu, 16 milyonun iradesi yok sayıldı gibi söylemlerin mutfakta hazırlanan söylemler olduğunu düşünmekteyim. 16 milyon ifadesi de oldukça manidar, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu 16 milyon derken, seçimlerde aldıkları oyun 4.5 milyon olduğunu unutmuşlar. Akşener ise bu rakamı 85 milyona çıkararak tüm halkın tepki verdiği gibi iddialı bir açıklamada bulundu.  Hakaret davasını irade ile nasıl ilişkili haline getirdiklerini tahayyül edememekteyim. Bir belediye başkanı suç işlediğinde ceza alırsa, seçim bölgesinin iradesi de yok mu sayılıyor, bu bir paradoks göstergesi. Cezanın kendisi tartışılmalı. Cezanın azlığı çokluğu hukukçular tarafından analiz edilerek, verilen ceza hakkında yorum yapılmalı.

Kısacası, hâkim teknik bir konuda ceza verdi. İmamoğlu araç kullanırken yoldan geçen bir çocuğa çarpsa, çocuk hayatını kaybetse, milletin iradesi zeval görür diye ceza almayacak mı? Hâkim bu minvalde hareket ettiyse zaten sorun yok. Ama farklı bir niyet varsa tabi, hukuk siyaseti dizayn etti demektir. Buna hukukçular karar verecektir. Hâkimin Erdoğan tarafından değiştirildiği savı ise bence reel siyasetle bağdaşmamaktadır. Çünkü bu süreç bu haliyle Erdoğan’a yaramaz. Savcının cezayı yetersiz bulup itiraz etmesi gündemde burası da ayrıca ele alınmalı. Çünkü bu hamleyle de sürecin başka yere evrilmekte olduğu kesin.  Altını çizmekte fayda gördüğüm iki olay da şu: Cezayı öğrenince büyük bir coşku ve motivasyonla birbirine sarılan İmamoğlu ve Akşener’in bu tutumuna bir kişi ortak olmadı. İmamoğlu’nun eşi gerçekten üzüldü, çünkü reel siyaseti henüz bilmiyor. İkincisi ABD’nin davayla ilgili yaptığı açıklamalar. Tokmağın sesi ilk ABD’den geldi. Burası da yeterince manidar.

Bundan sonra

Erdoğan hukuk açısından bu kararı kınamalı, bana kalırsa da şiddeti az olmamalı. Fakat bunu yaparken sürecin showa dönüştürülme çabasını ve kendisine mal edilmesini aynı şiddetle kınamalı. Kılıçdaroğlu ise aday olacaksa artık Akşener’i bir şekilde ikna etmeli. İmamoğlu ise Akşener’in yanında biraz dışardan destek aramalı, bunun yanın da CHP’den birkaç ağır topu yanına çekebilmeli. Bunları başaran isim bu dava sonucunda birkaç puanı kendi tabelasına yazacaktır.

Netice

Erdoğan’ın son kez destek istemesi muhalefet tarafından basite indirgendiyse de bence durum o kadar basit değil. Erdoğan bütün odaklara bana rağmen, iş yapamazsınız hala güçlüyüm ve sistemi kilitleyebilirim diyor.  Daha işim bitmedi, yakışan şekilde veda edip yerimi genç bir arkadaşa bırakırım, sonra onlar mücadele eder diyerek, dışarıdan gelen rüzgârı batının taktiği ile yumuşak bir vuruşla geri göndermiştir. Rüzgâr batıya ulaştı, ne cevap verilir zaman gösterecek. Bir kez daha Erdoğan’dan sonra, solun yeni yüzü İmamoğlu daha da tecrübelenerek Türk siyasetinde rol alır. Ya solun başına gelir ya derin yapılar buyur sol sıra sende diyebilir. Toplumun artık uzlaşmaya ihtiyacı var.

Temenni

Türk gençliği artık kafasını soktuğu kumu değişmeli. Kafasını dünya haritasının üstüne koymalı ve düşünmeli.

 

Son not

Erdoğan parlamenter sistemde kalsaydı, ömrü de çok uzun olsaydı önümüzdeki 5 seçimi yine kazanırdı. Buna rağmen başkanlık sitemine geçip %50+1gibi zor bir skorla kendini niye sıkıştırdı? Bu soru Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı seçmeni için bana kalırsa çok önemli.

Derin devlet aklı mı?

Derin devlet hatası mı?

Erdoğan’ın cesareti mi?

Erdoğan’ın hırsı mı?

Erdoğan’ın ufku mu?

Erdoğan’ın ıskalaması mı?

Hiçbiri mi?

Erdoğan sonrasında Türk siyasi tarihinde 7 isim alan bulur:

Süleyman Soylu, Ekrem İmamoğlu, Fatih Erbakan, Yavuz Ağıralioğlu, Ali Babacan ve Selahattin Demirtaş. Öngöremediğim 7. isim zamanın sırrı…

AK Parti’nin en kötü döneminde anketlere göre küçük bir farkla CHP’nin üzerinde olması, AK Parti’den çok daha başarılı Erdoğan’ın nasıl bir performans göstereceği çok da hesap edilebilecek bir durum değil. Bunu da bir kenara yazmak gerekir. Sandalye sayısı düşecek görüntüsü veren Cumhur İttifakı’nın Erdoğan seçimi kazansa bile eski desteği veremeyecek olması da başka bir analiz konusu. Kazanamayan bir Millet İttifakı daha toparlanır mı? CHP ve İyi Parti seçimi kaybederse olası bir lider değişiminde bu partiler kolay kurumsallaşır mı? Batının ayağına bir mesele dolanır ülkeleri rahat bırakır mı? Zaman gösterecek.

Her zaman esen Erdoğan rüzgârı yine esecek mi, yoksa muhalefetin dediği gibi bitti mi? Bunlar sadece ankete bakıp değerlendirilebilecek konular değil.

Allah’ın bir kaderinden başka bir kaderine kaçabildiğimiz bir dünyada kendi irademizi mutlaklaştırmanın pek de anlamı yok değil mi?

Selam ve Dua ile.

HABER BİLGİLERİ
Bu haber 16 Aralık 2022, 17:45 tarihinde Genel, Köşe Yazarları, Küçük Manşetler, Yazar 15 kategorisinde yayınlandı.
OKUNMA
Bu Haber 210 Kez Okunmuş..
PAYLAŞ
facebook Twitter Frienfeed Twitter Google
ETİKETLER
YORUM YAZIN
Benzer Haberler
MbTasarıM
MUHLAMA KARADENİZ MUTFAĞI
Yazarlarımız
KARADENİZ VİRA FACEBOOK
Resim Galerisi
PUAN DURUMU