Doğasıyla, tarihiyle, havasıyla, suyuyla, türlü zenginliklerle donanmış şehirlerin yanlış kararlarla adeta katledilir hale gelmesinin önüne geçilememesinin ana nedenlerinden biri, o ilde yerleşik bir kent/şehir kültürünün olmamasıdır.
Bazıları bunun nedenini o şehrin göç vermesine dayandırsa da, asıl nedenin göçle bağlantısını kurmak yerine şehirde yaşayanların konulara duyarsızlığına ve doğru projeler/düşünceler üretebilmek için kamuoyu oluşturacak güç birliği yoksunluğuna bağlamak gerek.
Bu durumdaki şehirler için yapılabilecek en doğru tanım ; “kaybedilmiş şehir” tanımıdır.
Eğer bir şehir elden çıkma noktasına gelmişse ve hala şehir halkı değişimi düşünebilecek bir sinerji oluşturamıyorsa; içinde bulunulan durumdan başlayarak makarayı geriye sarmak ve şehri yeniden diriltmek imkansız gibidir..
Kaybedilmiş şehirler söz konusu olduğunda o şehrin insanlarının şehirle ilgisi sorgulanır. O nedenle bu durumdaki şehirler söz konusu olduğunda aklıma hep İsmet Özel’in şehir insanıyla ilgili dizeleri gelir;
“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin
Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin”
Bu dizeler kaybedilmiş şehirlerin insanını resmeder gibidir adeta..
Kaybedilmiş şehirlerin akil insanları suskundur, duyarsızdır, umarsızdır.
Konuşması, yazması, çizmesi, yol göstermesi gerekenlerin konularla ilgileri o derece kırılgan, o derece kaypaktır ki, bu insanların en basit bir zorlamada doğru bildiğinden şaşması, doğruya ihanet etmesi alıştığımız güncel şeylerdendir.
Bu tabloya yol açan, insanımızı içinde yaşadığı şehrin sorunlarına ilgisiz hale getiren nedenlerin başında, siyasetin toplumsal yaşamı dizayn etmekte son derece baskın olması gelmekte.
Zira siyaset işin ehlini değil, kendisinden daha çok yararlanacak olduğunu tercih eder.
Bu durum ise kalite(li)yi öne çıkarmaya, onu cesaretlendirmeye başlı başına engel.
Realite böyle olunca önde olanın yetenekleri ve tercihleriyle sınırlı kalmak kaçınılmaz hale gelir..
Bir şehri hak ettiği yere taşımaya yeterli olmayanlar, kendi düzeneklerini kurduklarında karşınızda yıkılması zor bir duvar bulursunuz.
Bu durumda; konuşması, yazması, söz söylemesi gerekenler bir adım daha geri çekilerek kendileri için daha yararlı olacağını düşündükleri zeminleri yoklamaya başlar, kendilerine daha çok yarayacak mevzileri ele geçirmek için çeşitli manevralara girişirler..
Rize denince; Bir medya kuruluşu sahibi olarak gözlemlediğim; süreç içinde kaybedilmiş şehirlerde olup biten ne varsa bu şehirde de aynı şeyler oldu, bunlara itirazlarımız karşısında türlü olumsuzluklar yaşadık..
Çeyrek asrı aşmış meslek hayatımda, gördüğümüz her iyi çabanın kırıntısını dahi ekranlarımız aracılığıyla seslendirmeye çalıştık.
Nerede cılız kalmış doğru bir ses varsa onu çoğaltmaya çalıştık, o sesin güç kazanması için aracı olduk.
Doğru bildiklerimizi seslendirmeye çalışırken, işlerin bu noktalara sürüklenmesinden hep üzüntü duyduk, elimizden gelenin değiştirmeye yetmemesi karşısında çaresizlikler yaşayıp, kadere boyun eğdik. Zira oldukça dar bir kadroyla doğru düşünce üretmenin zorluğu da sırtımıza binmiş bir yüktü. Bizim doğru sanıp, canla, başla savunduklarımız doğru olmayabilirdi. O nedenle elimizden geldiğince içinde bulunulan durumları doğru analiz etmeye çalıştık.
Şehrimizin en iyiyi hak ettiğine inanıyorduk. Bu doğrultuda;
Rize, Allah’ın bahşettiği doğal zenginlerle birlikte adeta bir cennet il olmalıydı. Bunun gerçekleşmesi için aklımızın erdiği, dilimizin döndüğünce inandığımız doğru şeyleri söylemeye çalışıyorduk.
Bunları yaparken ne yazık ki; köşe başlarını tutanların tercihlerinin öne çıkmasına engel olamıyorduk.
(Çoğu kez varlıklarından kuşku duyduğum) Şehrin akil insanları bu kötü tabloya ya aracı oluyor veya sessiz kalarak tavır koymuyordu.
Onlarca konuda bu manzarayla karşılaştık.
Sonuçta; imkanı az, gayreti çok olan kimi insanlarımızın da desteği veya öncülüğüyle bazı güzel şeylerin yapılmasına yardımcı olduk, bazı yanlış gördüklerimize engel olduk, bazılarını engellemeye ise gücümüz yetmedi.
Şöyle geriye dönüp baktığımızda “keşke olabilseydi” dediğimiz, bunun için çaba sarfettiğimiz onlarca şey var:
Mesela; bizler, vaktiyle, sahil yolunun güzergahı tümüyle sahillerimizi yok edecek şekilde projelendirilmesin, bazı koylarımız korunsun, sahillerimiz tümüyle yok olmasın dedik, olmadı..
Madem sahiller yok ediliyor bari Sarp’tan, Samsun’a uzanan bu yola demiryolu için de bir şerit eklensin, kara yolu güzergahı buna uygun yapılsın, olur ki gelecekte demiryoluna ihtiyaç duyulur dedik ama kulak asan olmadı..
Şehir geçişi dışa itilsin, yol ve viyadükler çok daha uzakta denize en yakın yerde olsun şehir boğulmasın dedik, olmadı..
Madem sahili tümüyle yok ediyorsunuz (Trabzondaki gibi)bazı yerlere dalga kıran T mendirekler, kum toplayıcılar yapın sahiller oralarda yeniden kumlansın, balıklara üreme mekanları, yeni kumsal alanlar oluşsun dedik olmadı..
Dolgu ile oluşturulan yol güzergahları kenarlarında sonradan kullanmak üzere kamuya ait çeşitli alanlar oluşturulsun ki; yeni yerlere ihtiyaç olduğunda bu yerler kullanılsın, yeni dolgular zorunlu hale gelmesin dedik olmadı..
Stadyumu iç kısımlarda bir yere kuralım, o bölgelerde şenlensin, şimdiki stadyum alanına çok daha güzel şeyler yapalım dedik, olmadı..
Yıkılan stadyum yerini ( Avni Aker’in yerine düşünülen proje gibi) yeşil alanla donatalım, orada bir şehir müzesi yapalım dedik olmadı..
Şehrin tümünü planlayan bir kentsel dönüşüm olsun dedik, olmadı..
Ovit tünellerle Rize -İkizdere yoluna bağlansın ancak oradan yapılacak taşımacılığın başka limanlara kaymaması için de
limanımız büyütülsün , geliştirilsin dedik olmadı..
Ovit yolu yapıldıktan sonra bu yolu kullanıp, sahile gelmek isteyenler için şehri sosyal zenginliğe kavuşturalım, İyidere’ye inen bu insanlar Rize yerine komşu illere kaymasın, şehri bu konuda cazibe merkezi haline getirelim dedik olmadı..
Yayla yolları yapılsın, yaylalar birbirine bağlansın ve yeni turizm alanları oluşturulsun dedik bu konuda iyi bir noktaya gelinemedi.
Yat limanı için daha önce doldurulan yer dalgalara teslim edilmesin, değerlendirilsin dedik olmadı.. vs. vs..
Velhasıl; Doğruluğuna inandığımız daha birçok şey yapılamadı/ yapılmadı..
Bu ve benzeri şeyleri şehrin nabzını tutmuş olmamız nedeniyle ısrarla savunuyorduk ancak bunları yaptırma gücüne sahip değildik..
Belki bizler bu düşünceleri ısrarla savunmuş olmakla hata ettik, bu şehir halkı bu derece duyarsız ise bizim de ısrarımız gerkesizdi belki de!
Bilemiyorum..
Ancak, dün şehrin gözümüzün önünde günbe gün kayba uğraması karşısında söyleyeceklerimizin olması gerektiğine inanıyorduk, bugün de yine aynı noktadayız.
Vaktiyle dile getirdiklerimiz çoğu kez siyasi eleştiriler olarak görüldü ve türlü zorluklar yaşadık.
Bu zorluklar işimizin doğasında var ancak bizler bu düşünceleri savunurken dilerdik ki bunlar şehrimizde akademik seviyede tartışılabilseydi, şehir bu seviyede sorunlarıyla ilgilenebilir durumda olsaydı.
Maalesef böyle bir durum hiç olmadı. Bu konuları akademik seviyede tartışma imkanı bulunmayınca, konuşması gerekenler ortada olmayınca , halkın taleplerini dillendirme adına daha bir gayretli olduk, canla, başla doğru gördüğümüz şeyleri savunduk..
Ancak, savunduğumuz şeylerin birçoğu gerçekleşemedi..
Bari bu saatten sonra imkanlarımızı hakkıyla kullanalım, geçmişte kaybettiklerimizi yerine koyalım, hızla hatalarımızı onaralım diyoruz..
Eğer, şehir olarak güzel şeyler üreterek siyasal imkanlarımızı kullanamazsak bundan sonra yakınmak fayda etmez..
Sıkça belirttiğim gibi, şehir sustukça , kaderine boyun eğer, yaşananlar kader olur. Zira;
“Bir millet kendini değiştirmeyi murad edinmedikçe Allah onları değiştirmez.”
Şehri hak ettiği yere getirmek için öncelikle; şehir halkı olarak bizler sorunlara 8, duyarlılığımızı artırmalıyız.
Özetle; kendimizi, yaklaşımımızı değiştirmeliyiz..
Güzel bir şehre kavuşmak bizlerin elinde…
Adnan ONAY