Ak parti iktidarında ekonomi uzun süre İMF programları doğrultusunda yol aldı. Ancak sağlam bir ekonomik model için İMF ile ilişkilerin sonlandırılması gerektiğine inanan iktidar, borç ödemelerini bitirdikten sonra İMF ile ilişkilerini bitirdi.
Türkiye ekonomisinin o dönemde güçlü bir görüntü vermesinin rahatlığı ve güvencesiyle yeni model arayışları hep gündemde oldu. Yeni ekonomik model çağrıları git gide yükseldi.
Bu arada borcun bitmesinin ardından İMF ile ilişkilerin sonlandırılması ekonomi piyasalarında tedirginlik yarattı ve uluslararası kuruluşlar “mali disiplinden uzaklaşıldığı” eleştirilerini yükselttiler.. Ancak bu eleştiriler, düşürülen notlar fazlaca önemsenmiyor havası verilse de ekonomimizin nabzı dışarının eleştirilerini dikkate alır şekilde tutulmaya çalışıldı.
Türkiye’nin çevresinde çember oluşturulmak istenmesi ve Batı’nın siyaset üzerinden ekonomi dahil her şeyi hedef alan yaklaşımları nedeniyle, Türkiye yeni arayışları hızlandırarak ,bu baskıları kendi metoduyla savma yoluna girdi..
Bu çerçevede ekonominin dümeninde olan Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in Batı eleştirilerini dikkate alan ve uluslararası finans çevreleriyle iyi ilişkiler geliştiren isimlerle yollar ayrıldı. Artık yeni ekonomik model arayışının önü açılmıştı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ekonomide faizin etkisini azaltmak için hamleler geliştirirken zaman zaman merkez bankasıyla restleşti. Bu arada da ABD ile ilişkiler iyice gerginleşti. Dış borç nedeniyle kırılgan bir zemin üzerinde duran ekonomiye daha önce yapıldığından çok daha sert salvolar vuruldu. Bu sert rüzgarlar ekonomimiz üzerinde beklenenden çok daha fazla dalgalanmalar yarattı.
Dolar fırladı, piyasalar panikledi, dışarıya para transferleri hızlandı. Sonunda merkez bakasının 6.25 gibi yüksek oranda faiz artırımına gitmesi zorunlu görüldü. Ardından bazı siyasi yumuşamalarla birlikte piyasalarda hafif yollu sakinleşmeler belirince bu zeminde ilerlemenin yararlı olacağı kanaati hasıl oldu.
Bu ara,İktidarın AB ile görüşmeleri yeniden başlatma isteği ve BM genel kurulu vesilesi ile kurulan çeşitli temaslar ve Almanya ile ilişkilerin iyileştirilmesi fırsat bilinerek ekonomiyi yeniden küresel sermayenin güvenle yaklaşacağı bir hale getirilmesi için para piyasalarında olumlu etkisi olan uluslararası bir danışmanlık şirketiyle çalışma kararına varıldı. Bu kararla birlikte de para piyasaları iyice gevşedi.
McKinsey danışmanlık bürosu uzun yıllardır Türkiye’de olup, bir çok kuruluşa danışmanlık hizmeti veren, çalışanları arasında çok sayıda Türk olan bir büro. Sanırım bu kuruluşun tercih edilmesinde bu faktörler de dikkate alınmış olmalı..
Bu kuruluş sadece Türkiye’ye değil, Dünyanın bir çok ülkesinde danışmanlık hizmeti veriyor.
Peki bu atraksiyonlarla birlikte gerçekte ne oldu?
Olan şey yeniden (İMF sonrasındaki) önceki ekonomik uygulamalara dönmektir..
Şimdi, Türk ekonomisi adına bu danışmanlık bürosunun para piyasalarına güven aşılayacağı ve böylece para sıkışıklığımızın giderileceği düşünülmektedir..
Bunun bir başka adı ise; Siyasi baskı altında tutulan iktidarın dışarıya ekonomik güvence verebilecek pozisyonda olmadığı gerçeğidir.
Ekonomimizin dış müdahaleler karşısında kırılgan olduğu kabul görmüş ve bizi dışarıya anlatacak aracı bir kuruluşun daha yararlı olacağı düşünülmüştür.
Bu düşüncenin yanlışlığını, doğruluğunu tartışmadan önce şunu sormak gerek; Madem sonunda buraya gelinecekti, neden bugün yapılanlar dövizin dalgalanma ihtimali belirmeden önce yapılmadı?
Madem ki bu yol ekonomimiz için gerekliydi o halde neden bu derece gecikildi?
Umarım bu konularda da yetkililer gerekli açıklamaları yapar ve ekonomik geleceğimizin nasıl dizayn edildiği konusunda kamuoyuna daha geniş bilgiler verirler…..