Şarkılar, şarkılarımız…
Bazen sığındığımız mabetler, bazen suç ortaklarımız, bazen çöpçatanlarımız şarkılar…
Kim bilir kaçımız hatıralarımızı, masum gözyaşlarımızı, itiraflarımızı şarkıların arkasına sakladık?
Şarkılar, anlatamadığımız, belki de asla anlatamayacağımız birçok duygunun tercümanı, iflah olmaz melankolik hallerimizin söze, müziğe dönüşümü değil mi sizce de?
Şarkıların anlattığı şeyler hiç değişmedi, değişmeyecek de…
“Bin dert ile geçen ömürler…”
“Kapılıp gittiğimiz bahtımızın rüzgârları…”
“Karabulutları kaldır aradan” serzenişleri…
“Beni sev, kalbime gir, göğsüme yaslan, beni sev” diyen yakarışlar…
“Gökyüzündeki yıldızlara haykırılan yalnızlıklar…”
“Dün gece mehtaba dalıp seni andım” diyen sızlanışlar…
“Aşkımı bir sır gibi senelerce sakladım/ Geceleri rüyamda ismini sayıkladım” itirafları…
“Neyleyim köşkü, neyleyim sarayı/ İçinde salınan yâr olmayınca” isyanları…
“Ayrılık ateşten bir ok, nazlı yârden hiç haber yok” diyen ve daha nice coşkulu duygularla aşkı anlatan şarkılar…
Geçmişi hatırlatan, bugünü duyumsatan, mahzun, sakin ve de akil gönülleri kışkırtan şarkılar…
Büyük bestekâr Avni Anıl’ın dediği gibi; “Ah bu şarkıların gözü kör olsun!”
Şarkılarla coşup, şarkılarla kahroluyor, şarkılarla ayrılıp, şarkılarla kavuşuyoruz..
Farkında mısınız?
Unutamamanın suç ve sorumluluğunu da en çok şarkılara yüklüyoruz…
***